15 Haziran 2015 Pazartesi

Ya Sen?Ne Kadar Kendi Hayatını Yaşıyorsun?

Hayatın bir yerinde sıkışıp kaldığınızı hissettiğiniz hiç oldu mu? Kaldığınız yerden devam edebilmek için güçlü bir istekle dolusunuz ama ilerleyişe başlamak için tek bir adım dahi atmaya cesaretiniz yok.Risk almaya korkutuğunuz,geçmişi arkada bırakmaktan imtina ettiğiniz o parçalayıcı anlar,hiç oldu mu?Mutlaka olmuştur.Siz fark etmeseniz bile sizi ellerinizden ve ayaklarınızdan tutan görünmez zincirler vardır.Çabalarsınız bu tutsaklıktan kurtulmak için ama zincirler o kadar kalın ve birbirine o kadar iyi kenetlenmiştir ki bir yerden sonra kurtulmak için bütün çabanızın boş olduğunu ve kurtulamayacağınızı kabullenirsiniz.O zaman şöyle bir geriye bakıp,bu görünmez zincirlerin uçlarında kimlerin olduğunu görmek istersiniz.Görecelidir ama hep aynı şeylerdir zincirlere vuran sizi;birinde toplum vardır,diğerinde en sevdikleriniz,ötekisinde inançlar...  Toplumu karşınıza alamazısınız,çünkü sizde toplumun bir parçasısınız.En sevdiklerinizi de karşınıza alamazsınız!Çünkü onlar 'en' sevdiklerinizdir.En risklisi ise inançları hiçe saymaktır.Cahil bir toplumda yaşıyorsanız eğer inançları karşınıza almak demek tüm toplumun kabul ettiği ahlaki değerlere baş kaldırıyorsunuz demektir.Bu olmaz,hemen sizi sindirirler.En sevdiklerinizde inançlarınızdan verdiğiniz taviz yüzünde size yüz çevireceklerdir.Oysa,kişiseldir inançlar.Yaratan ile yaratılanın arasındaki bir sır,ince bir bağdır.Kimsenin buna müdahale etme hakkı yoktur ama düşünmeyen beyinler genellikle çenelerini tutamazlar.İşte,hayatın bir yerinde sıkışıp kaldınız.Burada sorulması gereken soru şu:Bir kabullenme ile dikte edilen yaşama ellerinizde ve ayaklarınız da zincirlerle devam mı edeceksiniz yoksa iradenize saygı duymayan tüm zincir tutucuların ellerinden kurtulmak için büyük bir azim gösterip,size bahşedilen hayatı size istediğiniz gibi yaşatmayan tüm bağnaz ilkelerin üstüne bir çizik atıp,devam mı edeceksiniz?
Sıkıştınız yerden kaçmak için ne kadar cesaretiniz var?

Kaç kişi kendi ilkelerine saygı duymayan sevdiklerine,inançlarına,topluma karşı;

 'BU BENİM HAYATIM ULAN.!
YAPTIKLARIMDAN VE 
YAPACAKLARIMDAN
 BEN SORUMLUYUM.'
  diyebilir.

Bazıları var ki,bu haykırışı kendi kendine haykırmayı bırak  fısıldamakdan bile korkuyorlar.Ama Hikmet korkmadı.Adıyamanlı Hikmet,İngiliz bir kızı sevdi.Gelenekçi ailesi buna şiddetle karşı çıktı, 'O gavur' dediler,istemediler.Hikmet: 'Evleneceğim onunla.'' dedi, 'Evlatlıktan reddederiz.' dediler.Umursamadı ama o!Evlendi.Bir süre sonra din değiştirmeye karar verdi.Bu fikrinden haberdar olan hiçbir arkadaşı bir daha onunla görüşmedi.Ev sahibi ucuz bahanelerle onu evden çıkardı.Ama sorun değildi onun için!Bilakis,mutluydu!Toplumun dikte ettiği şekilde yaşamak yerine yaratanın ona verdiği iradesiyle,hissettiği gibi yaşıyordu artık.Birileri memnun olsun diye kendi yaşamından taviz vermenin saçmalığını idrak etti.Ona sormuştum: 'Sahip olduğun şeyler hiçe saydığın değerlere değdi mi?' diye. Bana şunu söylemişti: 'Özgürlükten bahsediyoruz Onur!Önemli olan ne kadar özgür göründüğün değil,ne kadar özgür hissettiğindir.Özgürlük için değmez mi?' Ona hak vermiştim.Özgürlük insanın tek gayesi olmalıydı.O,özgürlük için,görünmez zincirlerden kurtulmak için birçok insanın cesaret edemediği şeyi yapmış,bedel ödemişti...

O artık birilerini memnun etmek için değil,kendi hayatını istediği gibi yaşamak için var.
Hikmet'i  sadece son bir haftadır tanıyorum.Hasbelkader kantinde karşılaştığımız ders arası bir sigara içimlik zamanlarda,herkese örnek teşkil edecek hikayesini sıkıştırdı sohbetimize.İyi ki de anlattı.Böyle insanların var olduğunu bilmek,hayatı daha bir anlamlı kılıyor.Artık biliyorum,en azında dünyada bir kişi kendi hayatını yaşıyor.
En azından bir kişi:
 'BU BENİM HAYATIM ULAN.!
YAPTIKLARIMDAN VE YAPACAKLARIMDAN BEN SORUMLUYUM' diyebilmiş...

Bu yazımı,
cesareti olmadığı için başkaların buyruğunda 
yaşamaya kendini mahkum etmiş tüm korkaklara adıyorum...


9 Haziran 2015 Salı

Mutluluk,Ondan Ne Beklediğimizle İlgili...






Tüm dünyada bir salgın hastalık gibi kolayca yayılan yalnızlık hissi,bedenlerimizden ziyade ruhumuzu ele geçirip,bizi görünmez kapkara örtüsüyle sarıp sarmalıyor.Böylece o örtünün arkadasından dünyayı renksiz görmemiz kaçınılmaz hale geliyor.Bu can sıkıcı durumdan kurtulmak için farklı uğraşlar bulup,kendimizi avutuyoruz.Kimi güzel bedenlerde arıyor kaçışı,kimi cep dolgunluğunda,kimide amaçsız kalabalıklarda.Oysa çözüm önümüzde duruyor ama biz ısrarlar başımızı farklı yönlere çeviriyoruz.İnsanoğlu her zaman mazoşist diyebiliriz kolaylıkla.Ama bazılarımız var ki,çözümü birçok insandan daha hızlı görüyor ve bazılarının zevk aldığı yalnızlığın dolayısıyla mutsuzluğun yakıcı acısından kendini kurtarıyor.Hasbel kader bir kafede karşılaştığım bir kız bana yarım ağızla:' Etrafımdaki tüm insanlar bana yabaniymişim gibi bakıyorlar.' demişti. 'Niye?' diye sorduğumda:'Çünkü onların dikte ettiği şekilde yaşamıyorum.Telefon kullanmıyorum.Televizyon da izlemiyorum.Onlar,kimin ne giydiği ile ilgili puan veren programları yahut ıssız bir adada ne olduğunu izlerken,ben kitapların hayal dünyasına dalıyorum.Onlar birbirini yatağa atmaya uğraşırken,ben sadece beni ben olduğum için yürekten seven birisini istiyorum.Makyajım bozulacak diye ağlamaktan korkmuyorum yahut bir resimde kötü çıktım diye dert etmiyorun.Onlar yedikleri güzel yemekleri herkese göstermekten hoşlanıyorlar,ben ise ekmeğimi bir muhtaçla paylaşmaktan.Onların maskeleri var,benim yok.Bu yüzden farklı olduğum için kabul görmem zor oluyor.' demişti. Sonra: 'Hani herkes bir beyaz atlı prens bekliyor ya gelip kendisini alıp mutluluğa uçurucak olan.Aslında mutluluk senin ondan ne beklediğinle ilgili.Ben mesela,her hafta sonu huzur evini ziyaret ederim.İşlevi bitmiş bir nesne gibi bir kenara atılıp kendi haline bırakılan o sevgiye muhtaç insanların,beni kapıda gördüklerinde yüzlerine yayılan sevinç benim için saf mutluluğun tanımıdır.Ama kimisi için de çok para,zengin koca,güzel kadındır mutluluk.Dedim ya,ondan ne beklediğimizle ilgili bir şey.' Bu kadardı.Mutlu olmak,işte bu kadar basitti.Ne beklediğimizle ilgiliydi.Şu yaşamdan fazla bir şeyler beklemek biraz hadsizlik belki de.O ise ('O' diyorum çünkü adını bilmiyorum.Bir anda kendimizi sohbet ederken bulduk) mutluluğunu varlığını kullanarak başkalarının hayatlarına renk katmada buldu;yani maneviyatta.Onunla konuşurken anlıkda olsa aşık olduğumu hatırlıyorum.Böyle birilerinin halen var olduğu için sevinçle dolup sevgiyle sarılmak istediğimi anımsıyorum.Ve şimdide numarasını almadığım için pişman olduğumu hissediyorum.Pardon,telefon kullanmıyorum demişti değil mi?Ama sorun değil,sonuç da hasbel kader karşılaşmıştık,niye bir daha olmasın ki?

Yine aynı soru aklıma geldi:
Şu yaşamda benim varlığım kimin hayatını güzel kılıyor?
Peki ya siz,sizin varlığınız kimi mutlu ediyor?