22 Nisan 2015 Çarşamba

Ben Değişiyorum...

Ah benim bazen bunalımlı bazen pozitif ama çoğu zaman iyimser ruh halim!Yıllardır çözemedim ki ben kendimi!Yani benim hiçbir zaman 'kendime göre  birisini  arıyorum.!' deme hakkım yok.Çünkü kendi sırrımı henüz çözebilmiş değilken,bu keşmekeş ruh halimin istediği kadınlarda genellikle benim gibi değişken ve kendini keşfetme halinde olduğu için problemli olabilir.Bu da bana marjinal görünüp,ilgimi çekebilir.Hatta,ilgimin böyle birisine kısa bir zaman yoğunlaştığını itiraf etmekte sakınca görmüyorum.Tahmini zor değil;Öykü.Kendimi derinlemesine sorguladığım andropoz dönemlerimde hasbelkader tanıdığım gözleri yeşil mi yeşil,saçları sarışın mı sarışın,aynı zamanda dışarıdan her ne kadar suratı bela okusa da 'tanıdıkça sevilenlerden' olan sade kişilikli Öykü,benim iflas eden ruhumu dirilti diyebilirim.Bunun için bir çaba göstermesi gerekmedi;sadece mizah anlayışı iyiydi,doğal görünüyordu,güzel gülüyordu!Bu vazgeçemediğim özellikler çok az sayıdaki paha biçilmez bazı kadınlar da varlar.Sualtında inci aramaya benzer bu tarz kadınları bulmak!Her taşın altına usanmadan bakman gerekir.Bu bir ömür alsa da,bulduğum zaman asla geçen zamana pişmanlık duymazsın.Her zerrende yaşama karşı sevgi çiçekleri açar.Yaşamda şikayet ettiğin ne varsa bir anda güzel görünür.Çünkü bilirsin ki,tüm fırtınalardan kaçıp güvenle saklanabileceğin bir liman vardır artık.Bunun huzuru seni var eder,seni iyimser kılar,seni küçük bir çoçuğun masum mutluluğuna uçurur.Öykü ile her konuşmamda bunu daha iyi anlıyor,ama bir o kadar da ondan kaçmak için gizli bir çaba gösteriyordum.Bu his,aşık eder insanı;biliyordum.Yakın bir tarihte kendisini Beyoğlu'nda akşam sekiz buçuktaki tiyatro oyununa davet ettim.Önce tereddüt etti.Sonra ihtimal doğdu.Ama ana sıkıntı 'ana'sıydı.İzin istemiş,lakin sınav haftası olması ve saatinde geç olarak idrak edilmesi yüzünden izin çıkmadı.Kendimi ona kaptırmamak için bahane arayan benim için bu kadar güzel fırsat olamazdı.Hemencecik etiketimi yapıştırdım!Etiketin üzerine de:'Reşit ama özgür değil.Anı yaşamak yerine programlı hareket eden bir makine.Anne kuzusu!Niye yaşayorsun ki sen bir tiyatro oyununa bile gelemeyeceksin eğer!Sen bana ayak uyduramayacaksın!' gibi şeyler yazdım.Disiplinsiz davranışlarından dolayı ceza alıp apoletleri sökülerek rütbesi düşürülen bir asker gibiydi,yüreğime sözü geçmezdi artık.Böylece ona kendimi sevdirmek yerine sadece arkadaşı olmaya karar verdim. 'Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var...' diye devam şiiri  vardır Ataol Behramoğlu'nun.Benim de yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:Kolay kolay kendini hiçbir şeye kaptırmayacaksın.! 

Bir önceki yazımdaki yapmak istediklerimi kendimden hiç şüphe etmeden yapacak bir ruhum halim vardı.Boşluktaydım.İlgi çekmek istiyordum.Sıkılıyordum.Erkek arkadaşlarımın bayağı sohbetleri,lüzumsuz esprileri ve esprilerine herkesten önce kendilerinin gülmeleri,uzun uzun susmalardan,çevredeki bütün kızlara yiyecek gibi bakıp hiçbirine ulaşamayınca;'Dertsiz başıma dert mi alacağım!İstesem hepsi benim..' palavraları,bitmek tükenmez çocukça cinsel saptamalar...  beni paramparça ediyordu.
Birbirine değer verilmeyen dostluklar beni insanlardan uzaklaştırdı.Herkese iyi niyetle yaklaşıp saçma davranışlarını görmezden gelerek yüzüne gülmek can sıkıcı bir hal almıştı.Artık herkes hak ettiği muameleyi görecek.Alışmalıyım:'Sana ne oldu?Değiştin sanki...' saçmalıklarına..

Geçen hafta,uzunca zamandır görmediğim lise arkadaşım Anıl'la buluşup,İstanbul turu yaptık.Doğma büyüme İstanbullu olmasına rağmen ilk kez Taksim Meydanını benimle geçen hafta gördü.İlk kez Gülhane Parkı'nın içinde yürüdü;önemini ve tarihini bilmeden.Şakasına Yeni Camii'yi Ayasofya diye gösterdim;inandı.Galata Kulesi'ni ilk defa bu kadar yakından gördüğünü söylediğinde şaşkınlığımı gizleyemeyerek kocaman bir 'Yuh!' çektim.Bomboş birisi.Kısıtlı sohbetlerimizde cümle içinde kullandığım eski türkçe kelimeleri açıklamak bile sohbetlerimizden daha uzundu.Çünkü okumuyordu,öğrenmiyordu,gezmiyordu,kendini sorgulamıyordu. 'Olsun,bilmemekte mutluluktur!' şakamın altında yatan anlamı bile anlayamıyordu.Anıl,sadece bir örnek.Birçok,birçok arkadaşımın böyle olduğunu yeni fark ediyorum.Ben bu tür insanlarla ne paylaşabilirim ki.Kendimi yanlarında yalnız hissediyorum.Sanki konuştuğumuz diller aynı değilmiş gibi anlamsızlaşıyorum söylediklerine.Büyük resmi göremiyorlar,hissedemiyorlar.Dönüş yolunda Anıl, 'Sen benimle bir daha buluşmazsın!' dedi.Bunu anladığına şaşırdım. 'Bu sana bağlı.' dedim, 'Seninle bir paylaşımımız yok.' dedim.Güldü.Ne kadar hodbin görünüyordum,bilmiyorum.Kendimi o an görmek isterdim...

Geçelim diğer bir vakaya.İlkokul ve ortaokulda sıra arkadaşım ve ayrıca hemşerim olan Mehmet'le ayda bir buluşmalarımızdan birini yaptık.Fazla değil,iki gün önce.Her buluşmamızda Mehmet'in komplekslerinden kurtulduğunu görmek için dua ediyordum.Sürekli öğütler veriyordum.Artık onun psikoloğuydum.Boy takıntısını aşmasını tekrarlıyordum.Sınavlara hazırlanmasını salık veriyordum.Kitaplar tavsiye ediyordum,filmler veriyordum.Kendisini bomboş hissetmesinin sebebinin ruhunun açlığından kaynaklandığını söylüyordum.Parasızlıktan şikayet etmeyi kesmenin en kolay yolu işe girmek olduğunu söylüyor,artık bir yerden başlamasını istiyordum.Cartoon Network'de izlediği çizgi filmi bana tavsiye etmesini saçma bulduğumu söylüyor,yaşının gerektirdiği gibi yaşamasını istiyordum.Kendimi onun arkadaşından daha çok hem psikoluğu kimi zaman öğüt veren temiz yüzlü dedesi olarak addediyordum.Her buluşmamızda bir öncekinin tekrarını yaşamamak ümidiyle gidiyor lakin üzülerek kaldığımız yerden devam ettiğimizi görüyordum.Bana son buluşmamızda: 'Bir gece düşündüm de,yaşamımın buraya kadar olduğunu,geleceğin uzak göründüğünü korkuyla hissettim.Bitti,bu kadar dedim!' dedi.Bu,intihara meyilli olanların sözleriydi.Kendini asanların geride bıraktığı mektuplardaki trajik sebep cümleleriydi.Bana yine sırtını sıvazlamak düşüyordu.Oysa bende zor tutunuyordum,kendimle cebelleşiyor ve kazanmaya çalışıyordum.Ona dedim ki; 'Ne yaparsan yap,yaşamaya çalış.' 

Ve bir karara vardım.Yalnız kalacağımı bilsem dahi,beni huzursuz eden tüm arkadaşlardan,akrabalardan,kısacası insanlardan uzak duracağım.Ve biliyorum ki,tek kaldığımda önce çaresiz hissedeceğim,yollarda tek yürürken moralim bozulacak,sinema çıkışlarında kendime kahve ısmarlayacağım,kitaplara sarılacağım,filmlerle avutucağım ve buraya bir şeyler yazacağım.Ama asla kendimden taviz verip can sıkıcı insanlarla bir araya gelmeyeceğim.Mesela yarın,3.Uluslararası Canlandırılan Film Festivaline giderken çağıracağım birisi yok.Çünkü bu tür etkinliklerden zevk alacak,izlediklerini verdiği bilet parasından önde tutacak bir arkadaşım yok.Ama çok pıleysteyşıncı arkadaşım var,çok kantırcı,çok genelevci,çok futbol bağımlısı...
Hiçbirine ihtiyacım yok.Hiçbirisiyle görüşmem demiyorum.Sadece beklentilerimi düşük tutup,fazla vakit kaybetmemekten bahsediyorum.
Bu yazdıklarımdan kibir,narsizlik,yüksekten bakma gibi sonuçlar çıkaracak olanlar olabilir!Onlara gerçekçilikle -kibir arasındaki farkı iyi bilmelerini salık veriyorum.
Bu cümlemde bile kibir bulanlar olabilir. :)

Ben,yedi gün boyunca kendimi animasyon-canlandırılanlar festivaline bırakıyorum.
Yarın 14.30'da Halep Pasajında filme giriyorum ve sonrasın da Halep Pasajında kendime kahve ısmarlıyor,sonrasında Taksim Meydanı'ında insanların ruh hallerini yüzlerinden okuma oyunu oynuyorum..  

Ben değişiyorum...

 


 

9 Nisan 2015 Perşembe

Koca Yaşlı Şişko Dünya...




Sürmenaj,kelime anlamı itibari ile;sürekli  ve aşırı çalışmadan doğan zihinsel yorgunluk anlamlı taşır.Bu aralar 'sürmenaj' kelimesinin anlamını birebir yaşıyorum desem yalan söylemiş olmam.Malum,vize sınavları geldi çattı.Birbirinden alakasız ve gereksiz derslerle boğuşma durumu söz konusu... Hiç kimse sinema-televizyon okuyan öğrencinin neden hukuk dersi gördüğünün mantıklı izahını yapamaz.Bizzat hukuk dersinin hocasının da dediği gibi: 'Bende anlayamıyorum.Sistemine yandığımın okulu...' O vakit bizler ne söylesek haklıyız.
 Uzun vakittir aklımı kurculayan ve neticesinde kendime hep 'Ne yapmalı peki?' dedirten konuya geleyeyim.Bazı geceler,boğucu bir hiçlik hissiyatı nefes alamaz duruma getiriyor beni.Böyle durumlarda kendimi derinlemesini sorguluyor ve neticesini hep aynı buluyorum:Bomboş ve bombok klasik bir yaşam.
Sonrasında ise hep aynı sual: 'Ne yapmalı peki?'

Ruhsal bunalımın verdiği rehavetle şöyle bir sıralama yapıyorum:
+Öykü'ye çıkma teklifi et.
%%Ama sen ciddi şeyleri kaldıramaycak kadar keyfine düşkünsün,boş ver...

+Taksim'deki bir gece kulübüne git ve sarhoş bir sarışınla onun evinde deliler gibi seviş...
%%Prezervatif takmayı sevmiyorum!Bir sürtük için de hasta olmayı göze almam,boş ver

+Okulun bahçesindeki 'Simit Sarayı'nı kapital sisteme tepki olarak çıplak protesto etmek istiyorum.
&Okulda çok eşcinsel olduğunu duydum.Bu riski gözardı edemem...

Bunları şeytanın beni gafil avladığı zaman fısıldadığı öneriler olarak addediyorum.Belki de altbenliğiminde toplum baskısından saklanmış kendi düşüncelerimdir.
Şeytanı suçlamak yanlıştır belki.Durduk yere günahını aldık...! 

Modern dünyada genel bir tatminsizlik var.Bu tatminsizliğin nasıl giderileceği konusu ise halen insanoğlu için muamma.Bazen 'Maymun olmalıymışım..' diye düşünürüm.Bilindiği üzere maymunlar depresyona girdiğinde yahut kendini kötü hissedecek bir hadiseyle karşılaştığında rahatlamak ve üzerindeki olumsuz enerjiyi atmak için çiftleşir.Biz onlardan daha akıllı değiliz.
Feci bir altbenliğim varmış.Ara sıra gelen bu nöbetlerde öyle felsefik sorular ortaya çıkarıyor ki,aklım cevaplandıramıyor.Bunu sık sık yapsam kendimi bulabilim belki.
'Hadi Ya!' sayfasını değiştirme zamanı geldi.Bir Barney Stinson hayranlığıyla açmış olduğum  blog gereğinden fazla aktif kaldı...

Bundan sonra 'Altbenlik' var...







1 Nisan 2015 Çarşamba

Tesadüf Mü,Alın Yazısı mı?




Hastalanıpta okula gelememesi çok iyi oldu.Eğer son yazımı yazdığım gecenin sabahında onu görmüş olsaydım,muhtemelen buraya çok farklı şeyler yazıyor olacaktım.Size açık konuşacağım!Cesaretimi topladığım zamanda karşılaşmış olsam bile uzak durmaya özen göstereceğimi biliyordum.Çünkü sevmekten,bu aşk denilen arap saçı işten korkuyorum artık.Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali nerede beni aşka çağıran bir yüzle karşılaşsam,kaçma içgüdüsü geliştirmişim istemsiz.Oysa ki,ben artık sadece bu geri gelmeyecek genç yaşların tadını çıkarmak istiyorum.Beni tüm hücremlerimle kendine bağlayan,benliğimi ele geçirip bir mimiğiyle yönlendiren,hüznüyle yüreğimi hoplatan sevilesi bir hatun değilde,her zaman ayrılmaya hazırmış gibi ilişki içinde olan ve tabiricaize 'gelişene vuran' biraz avare biraz hoppa biraz cüretkar olan,cinselliği tabu olarak görmeyen kendinden emin bir güzelle günümü gün etmek isterim.Bir şeyi atlamışım;Terazi burcu da olmasın.Burçlara hiçbir zaman inanmayan ve inananlara da hayalperest gözüyle bakan birisi olarak,aşk sicilimi gözden geçirdiğimde tesadüf demenin yetersiz kalacağı şaşırtıcı bir neticeyle karşılaşıyorum:Hayatıma giren yahut girmesi için yalvardığım sevdiğim kadınların yaklaşık olarak yüzde sekseni,terazi burcu efenim.!Bu kesinlikle tesadüf saçmalığıyla açıklanamaz.Nasıl oluyor,bilmiyorum!Okulda astroloji bölümünde okuyan arkadaşımı görürsem bir yorumunu alırım belki.Hoş,onun gördüğü dersin bir bölümünü internetten 'Burç yorumları yahut burç uyumları' başlığı adı altında da bulabilirim.Lakin gereği yok,kendisine soru sorarak biraz değerli hissetirebilirim.Yineliyorum;burçlara çok itimat etmem ama bu yaşanan hadise beni bir nebze olsun inandırdı diyebilirm.Hülasa,terazi burcu kadınından korkuyorum artık efenim.Hemen aşık ediveriyorlar kendilerine.Zor olan yanı ise,kolay kolay da sevmene izin vermemeleri.Zahmetliler,cefa çektirmeden sefa sürdürtmüyorlar.En azından benim sevdalandığım kadınlar böyleydi.

Buraya yazıyorum:
Birgün eğer terazi burcu kadınıyla evlenirsem,hiiiiççç şaşırmayın... 





Görüşmek üzere...