26 Ağustos 2014 Salı

Bilinmez Bir Duraklama...!




İkindi üzeriydi.Yanlış hatırlamıyorsam saat dördü sadece beş geçiyordu.Tarlabaşı'ndan İstiklal caddesine ağır adımlarla yürüyorduk.Sakalı biçimsizce kesilmiş bir adam,çiziklerle dolu gitara yeni doğmuş bebek hassasiyetiyle sarılmış,kalın parmaklarıyla dikkatlice akordunu yapıyordu.Yanındaki kavruk suratlı kadın,gülmesini bastırmaktan suratı kızılın en koyu rengine bürünmüş,gözlerinden 'Beceriksizlerin en kıdemlisi sen olmalısın.!' dercesine bakışı,göz göze gelmemek için çırpınışıyla tatlı bir hınzırlığa dönüşüyordu.Ben,sarının en güzel tonunu saçlarında taşıyan güzelce bir kadınla yan yana yürüyordum.Ara sıra ellerimiz birleşse de,münasebetsiz İstiklal kalabalığına yaklaştıkça,mecburi olarak kısa süreliğini vedalaşıyordu ellerimiz.Her zamankinden farklı olarak bu sefer oldukça kısa kot etek giyinmişti Berrin.Hani ülkemizdeki birçok bağnaz erkeklerin, 'Sen benim namusuma laf mı ettireceksin?' diyerek 
küfür ettiği,çokça dövdüğü,fazla öldürdüğü cinsten.Toplum olarak henüz buna hazır değiliz.En ufak bir yeri açıkta kaldığında kadının, 'Namus bekçisi' kesilen muhafazakar kocalar,başka kadınların bilhassa dekolte giymelerinden aldığı zevki hiçbir yerde bulamazlar.Kendilerinden yola çıkarak,bütün erkeklerin sapkın düşünceli olduğuna inanır,eşlerine hayatlarını zindan ederler.Elbette insan sevdiğini sahiplenmeli ama bunu özgürlüğünü kısıtlayarak yapmamalı.Sıcağın dayanılmaz olduğu zamanlarda dört bir tarafı  --belki koca kıskançlığı belki din yobazlığı artık adı her neyse-- peçelerle kapalı,kefen gibi  daraltıcı pardüselerin içinde işkence çekerek gezerken,erkeklerin bilakis yarı çıplak,istediği yerini göstere göstere dolaşması mutaassıplığın ve adaletsizliğin açık kanıtı değil midir? Canım ülkemin muhafazakar insanları... Böyle gelmiş böyle gider demeyi hiç istemesem de,değişen bir şey olmadığını ve büyük ihtimalle de olamayacağını üzülerek söylemeliyim... 
Avarelikten sıkıldığımız konusunda mutabık olunca,daha can sıkıcı bir çıkmaz içine girmiştik.Şimdi ne yapmak gerekiyordu?Nereye gitmeli,nerede oturmalıydık? 'Sinema!' dedi cılız sesiyle. 'Sinemaya gidelim.Uzun zamandır Kış Uykusu filmine gitmeyi düşünüyordum.Bir türlü fırsatım olmadı.Ne dersin,gidelim mi?Hem bizim birlikte izleyeceğimiz ilk film olacak.' Doğruydu.Daha önce beraber hiç film izlememiştik.Türkiye'de bir ilişki içindeysen,belirli şeyleri yapman gerekir.Mesela,sinemaya gitmek,lunaparkta kusa kusa eğlenmek,beraber pamuk şeker yemek,martılara simit atmak,kahve falı baktırmak,yeşil görünen her yerde piknik yapmak,hediye olarak oyuncak ayı almak,geceleri pijama muhabbeti yapmak,cümlelerle birbirini desteleyen aynı tişörtler giymek,sonra birazcık küsüp birazcık barışmak ve benzeri işte...!  Biz yaklaşık olarak hepsini yapmıştık.Tek bir aşama kalmıştı sevgili olabilmek için:Sinema...
Hemen bir sinema salonu bulduk ve en yakın seansa bilet aldık.On dakika sonra film başlayacaktı.Film izlerken olmazsa olmazlardan mısır,soda ve bundan farklı olarak tabakta dondurma aldık.Berrin'de daha önce hiç görmediğim müphem bir heyecan vardı.Hemen ileride olacak ya da olmasını tahmin etti şey,onu kıpır kıpır yapıyordu.Merakımı bastırmaya çalışıyordum.Salondan tam içeri girerken,kolumdan tutup durdur. 'Birazdan çok eğleneceğiz.' dedi.Sözünü bitirir bitirmez hızlıca salona sürükledi.İçerisi epey karanlıktı ve filmin başlamasına beş dakikadan az bir zaman kalmasına rağmen gelen seyirci sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi.Hepsi ön sıralara yakın yerlerden numara almışlardı.Biz bilakis salonun en köhne,en karanlık köşesinde oturacaktık.Yerimize oturduk.Film başladı.Bir yarım saat geçti,mısırlarımızı yarıladık.Bir on beş dakika geçti;sodanın dibini gördük.Kafamda hala 'Acaba çok eğleneceğiz  derken,neyi kastediyordu?Ne yapabilirdi? diye düşünüyordum.Dondurmayı bitiremeden yanıma bıraktım.Filmin sıkıcı sahneleri oynuyordu.Elim koltuklarımızın ortak kolçağındaydı.Okşarcasına elini elimin üzerine koydu.Aldırmadım.Elimi mütemadiyen sıkmaya başladı.Nabzım biraz hız kazandı.Sonra hiç tahmin etmediğim ve edemeyeceğim bir şey yaptı:Elimi aldı,dizinin üzerine koydu.Nabzım muazzam hızlandı.Sonra yavaşça elimi kendi eliyle bacaklarında gezdirmeye başladı.Yavaşça yukarıya,daha derinlere gidiyorduk.Nabzım artık kontrolden çıkmıştı.Son derece şaşkındım.Artık direnmenin bir çaresi yoktu.Beni tamamiyle ele geçirdi.Kafamı çevirip,ona bakmaya başladım.Film umurumuzda değildi.Ellerim neredeydi,bilmiyorum.Hala şoktaydım.Bana bir avcı gibi yavaş ve sinsice yaklaşmaya başladı.Artık 'çok eğleneceğiz' deki kasıtı anlamıştım.Uzun saçımı bir eliyle tutup,kulak arkama sıkıştırdı.Oturduğum koltuk yanabilirdi.Biraz daha yaklaştı,sıcak nefesini yüzümde hissede biliyordum.Burnu burnuma değiyordu.Sonra... ışıklar yandı.Film arası verildi.Biz bir rüyadan uyanır gibi irkildik.Ellerimi geri aldım,yine benimdi onlar. 'İstersen' dedi, 'İstersen bize gidelim!Filmin devamını orada izleriz.Bizimkiler geç vakte kadar evde olmazlar.Rahat rahat film izleriz..'  Gözleri,her yerimi morartıyordu sanki.İlk kez böyle oluyordu.Benim yerimde başka bir erkek olsa bu cazip teklifi havada kapardı.Nitekim bende çok olumluydum.Ama bir şey beni durdu.Ne olduğunu hala bilmiyorum ama bir şey,bir anı belki,kalbimde kalan bir parça,bir ses,bir yüz,ne bilmiyorum.Donuklaştım. 'Ben gündüzleri prensip olarak sevişmiyorum.Sonra bakarız.Hadi biraz dolaşalım.' dedim. Yüzü bu sefer utançtan kızardı.Hızlıca çıkıp salondan,yine kalabalıklara karıştık.Hiçbir şey olamamış gibi davranmaya devam ettik.Hoş,zaten olmamıştı.

Günün sonunda kafamda sadece iki soru vardı:
O ışıklar yanması ne kadar ileri gidebilirdik?
 Ve beni durduran şey neydi?












22 Ağustos 2014 Cuma

Kendini Yönet...!




Üzgün müsün?O zaman benim yaptığımı yapın.Dans et ya da git duşun altına gir ve beden ısısı kayboldukça üzüntünün bedenini terk ettiğini gör.Başında akan suyun etkisiyle,aynı ter ve toz gibi üzüntünün de bedeninden temizlendiğini hisset.Neler olduğunu gör!Zihnini öyle bir duruma sokmayı dene ki,önceki haliyle çalışamasın.Her şey olabilir.Aslında asırlar boyunca geliştirilmiş tekniklerin hepsi,zihni eski kalıplardan uzaklaştırma çabasından başka bir şey değildir.Örneğin:Öfkeliyken,birkaç derin nefes alman yeterli.Derin bir nefes al ve derin bir nefes ver;iki dakika yeter.Sonra öfkenin nereye gittiğini gör.Zihni şaşırtıyorsun;ikisi arasında bağlantı kuramıyor. 'Ne zamandan beri?' diye sormaya başlıyor zihin, 'Birileri öfkeyle derin nefes alıp vermeye başladı?Neler oluyor?...'
Herhangi bir şey yap ama bunu asla tekrarlama;işin aslı bu.Yoksa kendini her üzgün hissettiğinde duş alırsan,zihin bunu alışkanlık haline getirecek.Üç ya da dört defadan sonra zihin öğrenir, 'Bu önemli değil.Üzgünsün;bu yüzden duş alıyorsun.' O zaman duş üzüntünün parçası haline gelir.Hayır,bunu asla tekrarlama.Her seferinde zihni şaşırtmaya devam et.Yaratıcı ol,hayal gücünü kullan.Mesela,partnerin bir şey söylüyor ve sen kızıyorsun.Genellikle bu olduğunda,ona vurmak ya da bir şey fırlatmak istersin.Bu sefer değişiklik yap: Git ona sarıl!Onu kocaman öp misal,partnerini de şaşırt!Zihnin şaşıracak,sevgilin şaşıracak.Birden hiçbir şey eskisi gibi değil.O zaman zihnin bir mekanizma olduğunu göreceksin.Yeni bir şey olduğunda tamamen kayboluyor;zihin yeniyle baş edemez.

Pencereyi aç,bırak taze haya içeri dolsun...!

Benden söylemesi... :)



18 Ağustos 2014 Pazartesi

Düşler...





Her günün sonunda,gecenin kör eden karanlığı insanları yataklarında uyuturken,gece bekçisi Lütfü ağabeyi işe gitmek için kimsesiz sokaklarda kimsesiz adımlarken,bir köpek renkli çöp poşetlerini doyumsuz iştahıyla yırtarken,rüzgar nefesini ağaçlara üfleyip yapraklarını titretirken,bir kadın bir erkek sevişmeye hazırlanırken kızıl suratlarıyla,ben gecelerde sadece seni düşünürüm.Rüzgarlar güzel bir koku getirse,senden bilirim.Kuşlar ötse tüm cıvıltısıyla,senden haber getirdi sanırım.O vakit aklıma düşüverir öpülmeye muhtaç ellerin.O vakit,vakit olmaktan çıkar;hayallerimde gezinirim istemsiz.Bir deniz kenarında biz,sonbaharın tam ortası.Kuşların sıcak diyarlara göçünü seyrediyoruz.Sen el sallarken göçmen kuşlara,ben her saniye yeniden seni seviyorum.Çocuksu,çekingen,masum gözlerin her şeyi umarsızca geride bıraktırıyor.O an ölsek,gücenmeyiz hayata.Mutluyuz çünkü ve milyarlarca insanın yaşadığı gezegende milyarlaca mutsuz insana karşı geliyoruz.Büyük yalnızlıklara,altı çizilen melankolik kitap cümlelerine,kader diye yazılan hayat kimliklerimize,uzun mesafelere,yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımıza,aynı cama çizilen yüzlerce hayale,hatta kendimize;mutsuzluk aşılayan,yolları engellerle dolduran biz ruh hastası sevgililere,herkese baş kaldırıyoruz. 'Mutlu aşk yoktur' diyen Louis Aragon'nu o biçim utandırıyoruz.Hadi,birlikte söyleyelim: Statü farkının canı cehenneme.Güzelliğin yahut çirkinliğin canı cehenneme.Bir bakış bile yeterken anlatmaya sevgiyi,susup yalnızlığında boğulanın canı cehenneme!Beşeri engellerin hepsinin canı cehenneme!Yaşasın ey yüce AŞK...!

Parayla değil ya hayal kurmak da şu canını sevdiğim dünyada... :)















13 Ağustos 2014 Çarşamba

Oysa...





Keşke hep masum kalsaydın benim için.Uzaktan ve duvarlara dayanarak izleseydim seni.Keşke hiç tanışmamıza hiç fırsat olmasaydı ve seni hayatıma şeker misali karıştırmasaydım.Hayat kavramım senden ibaret olmasaydı keşke.Seni hayatımın öznesi yaptım da ne oldu?Her gece bir acı,her anımda yaralı bir kalp.Öznesi olmayan bir hayata mahkum bir nesne kaldım sayende.Oysa ne kadar masumdun önceleri.Bir gülerdin,dünya gülerdi sanki.Kazara göz göze gelsek yıkılırdı içim,öpülesi bir el uzanırdı tenime.Dokunurdu içime işlercesine.Ne güzeldi eskiden,uzaktan seyreder,en yakınlarıma anlatırdım seni;ne masumdun sen bana... 
Aniden çıkınca karşıma,yağmura kavuşmuş toprak misali sevindi yüreğim....







8 Ağustos 2014 Cuma

Marmara...




Ne zaman leb-i derya İstanbul boğazına baksam,ne zaman mağrur dalgalarına,küçümseyici köprüsüne ve muhtaç gözlerle derdine çare arayan kıyı insanlarına baksam hep bu şiiri fısıldarım kendime. Sende deniz misin be Marmara,sende deniz misin...?


MARMARA

Sende deniz misin be Marmara 
Otur hesapla bak,üç kere daha denizim senden
Ama bana deniz diyen yok o başka dava...
Sarıyer'in oralarda mavi bir nokta yok mesela 
Tüh ki,Atlaslara falan da geçmez adım
Sende deniz misin be Marmara
Senin İstanbul'un okula gider mi?
Çocuk felci nedir bilir misin?
Adalarından herhangi birinin bile kara mıdır bahtı?
Sende deniz misin be Marmara
Hiç kızıp köpürme ama
Hiç deniz görmesek yutardık belki Marmara
Yani iki boğaza bakıyorsun diye
Deniz diyorlar sana
Canına okurum ben böyle işin
Ben evde altı boğaza bakıyorum
Hemde ay ortası biten bir maaşla....

AKGÜN AKOVA







3 Ağustos 2014 Pazar

Yozlaşmak...


Güzellik,insanların üzerinden önemli durduğu bir konudur.İnsanların birbirleriyle karşılaşmalarındaki ilk anlaşma aracıdır,insan ne kadar vahşi,ne kadar kötü yaradılışlı olursa olsun kendini güzelliğinin büyüsüne kaptırmaması mümkün değildir.Karşımızda varolan güzelliğe bilinçaltından gelen bir sempati,bir yakınlaşma duygusuna kapılırız.Bu sebepledir ki insanlar genelde güzel olan şeylerin iyi olduğu kanısındadırlar.Bedenin varlığımızdaki payı ve değeri büyüktür.Çünkü o bizim görünün,tanınan ve bilinen yüzümüzü temsil eder.Bu yüzdendir ki,giyim,yüz güzelliği,fiziki üstünlük,masumane gülüş,kafamızdaki ön yargıları sevecen düşüncelere evirir.Bunun tam aksi olduğunda ise,bilinçaltından gelen o sempati,korkunç paranoyak havaya sokar.Bu her zaman böyledir ve bunun farkında olmadıkça da devam edecektir.
Bana bu çıkarım yaptıran başta Selin olmak üzere,bütün melek yüzlü şeytanlara teşekkürler.Bana ne yapmamam gerektiğini,neyin bizi insanlıktan uzaklaştırdığını,mağrur ve ön yargılı olmaya itenin ne olduğunu ve bilmeden neler yaptığımızı bir kez daha tecrübe ettim.Tekrar teşekkürler aşağılık Selin ve ön yargılı insanlar....

Uzun bir süredir interneti sadece sosyal deneylerin sonuçlarını analiz ederek geçiriyorum.Bizzat videolu deneylerde var.İnsanlarının zalimliğini gözler önüne seriyor.Bunlardan bir tanesi de bu:
İki kişi seçiliyor.Bu iki kişiden birisi evsiz,diğeri iş adamı gibi giyiniyor.Bir anda rahatsızlanan bu iki işiden evsiz olan dakikalarca yerde yatmasına rağmen kimse ilgilenmiyor.Bu durum insanların ne kadar yozlaştığını gözler önüne seriyor.Kalıp yargılarımıza birebir uyan bir evsiz ile iyi giyinimli sıradan bir insana insanların yaklaşımı...
Tam olarak bunu yakın bir duyguydu bugün yaşadığım...

Yozlaşmak...