27 Ocak 2015 Salı

Herkes Tutunacak Birini Arar...


'Tutamak sorunu' dedim.Dünyada hepimiz sallantılı,korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz.Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır.Tramvaylardaki tutamaklar gibi.Çocuklarına tutunanlar vardır.Herkes kendi tutamağının en iyisi,en yüksek olduğuna inanır.Gülünçlüğünü fark etmez.Kağızman köylerinden birinde bir çift öküze tutunan bir adam tanıdım.Öküzleri besiliydi,pırıl pırıldı.
Herkesin, 'Veli ağanın öküzleri gibi öküz,yoktur.'' demesini isterdi.Daha gülünçleri de vardır.
Ben,toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü,sahteliğini,gülünçlüğünü göreli beri,gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum:
Gerçek sevgiyi!

Bir kadın.
Birbirimize yeteceğimiz,
benimle birlik düşünen,duyan,seven bir kadın..!







21 Ocak 2015 Çarşamba

Kelebek İnsana İnat Cesurdu..!





Hayat bir defa ele geçer ki kuş kadar hafif,saniyeler kadar kısadır.Sendeki saklı kalmış seni ortaya çıkardığı için sevebileceğin birini bulabiliyorsan,bulmalısın.Ancak bir yerlerde onu bulmayı umuyorsan,yanlışın var.Çünkü ummak,karşıdan karşıya geçmek için nehrin durmasını beklemeye benziyor.Sen bekliyorsun ancak nehir hiçbir zaman durmuyor.Ve hayatında gülerek başladığın bu bekleyiş gözyaşlarıyla son buluyor.Bu bekleyiş ve son buluş o kadar hızlı gerçekleşiyor ki geriye dönüp bakacak zamanın dahi kalmıyor.Oysa ki ne hayaller ile başlamıştın bu umuda..!
Kelebekler insandan daha mutlu yaşadı ömrünü.İnsanoğlu ise onlarca yıla sığdıramadığı ömründe mutlu olmayı beceremedi.Doğum ve ölüm arasında sıkıştı kaldı insanoğlunun ruhu ve sonunda ölümün geleceğini bildiği için,hayatını keşmekeş içinde tüketti.Kelebekler ise anladı hayatın değerini;sadece bir gün yaşadı kelebekler.Kendisini yaratan kudretin sanatını işlediği kanatlarını gün ışığıyla çırpmadan önce,günler boyunca bir koza içinde,karanlığın zulmetine katlandı.Bir kelebeğe dönüşmeden önce,ipek böceği olarak çektiği o zulmetin paha biçilmez hediyesini,ipek kozası olarak bıraktı insanoğluna.İnsanın paha biçemediği ipe,kelebeğin dünyaya geldiği yaşamın rahmi oldu.İnsanın onlarca yıl yaşadığı halde,değerini bilmediği,kısa bulduğu ömre inat,kanatlarındaki Tanrı fırçasından çıkma sanatı gösterdi insanoğluna,kısacık hayatın her anında.!Sadece birkaç gün yaşadı kelebekler ve aşkın ne demek olduğunu insandan daha iyi bildiler.Aşkın bir ateş olduğunu,yakıp kül ettiğini anladılar ve ateşe pervane oldular.

Dört kelebeğin öyküsüdür anlatacağım sizlere...

Dört kelebek ateşin gerçek sırrına ulaşmaya karar verirler.İlk kelebek ateşin uzağından geçip gelir ve şöyle der: 
''Ateş aydınlatan bir şeydir.'' 
Bu gerçeğin tam bilgisi değildir...

İkinci kelebek ise ateşe biraz daha yaklaşıp döner ve şöyle der: 
''Ateş,ısıtan bir şeydir.''
 Bu da gerçeği anlatmak için noksandır.

Üçüncü kelebek ateşe yaklaşır,alevler kanatlarına değer geçer ve döndüğünde: '
'İşte ateşin gerçek bilgisi!'' der, 
''Ateş,yakıcıdır.!''

Dördüncü kelebek bununla yetinmez.
Ateşin çevresinde döner,dolanır,kavrulur ve birdenbire ateşin içine dalarak bir an parladıktan sonra,alevlerin içinde görünmez olur.Ateşin gerçek bilgisini anlayan tek kelebektir o.Ancak bu gerçeği diğerlerine anlatacak durumda değildir.Anlatmasına gerekte yoktur zaten.Hiç kimse ateşin ne olduğunu başkasının anlatmasından öğrenemez.
Ateşin ne olduğu ancak dokunarak öğrenilir...

Hepimiz bu öyküdeki dördüncü kelebek olmayı düşlüyor ama ömrümüzü diğer üç kelebek gibi tamamlıyoruz.Sadece birkaç gün yaşadı kelebekler.
Ömrünce gerçek aşkı bulamayan insana inat,
ateşin aşk olduğunu bilerek ve aşk için yanmayı göze alarak...











15 Ocak 2015 Perşembe

Nazım Hikmet 113 Yaşında...





1902'de doğdum.

Doğduğum şehre dönmedim;
bir daha geriye dönmeyi sevmem.
3 yaşımda Halep'te Paşa torunluğu ettim.
On dokuzum da Moskova'da
komünist üniversite öğrenciliği,
Kırk dokuzum da yine Moskova'da 
Tseka-parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim.
Kimi insan otların,
kimi insan balıklarını çeşidini bilir;
ben ayrılıkların...
Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını;
ben hasretlerin...
Hapislerde de yattım,büyük otellerde de.
Açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir.
Otuzum da asılmamı istediler,
kırk sekizim de barış madalyasının bana verilmesini,verdiler de.!
Otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu
Elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim,
Nöbet tuttum tabutun başında
Dokuz yüz yirmi dörtte 
Dokuz yüz altmış bir de ziyaret ettiğim Anıtkabir kitaplarıdır.
Partimden koparmaya yeltendiler beni;
Sökmedi.!
Yıkılan putların altında da ezilmedim 
Dokuz yüz elli bir de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün....











9 Ocak 2015 Cuma

Serzenişten Cemal Süreya'ya Geçiş...!



Dün,çekimlerimizi bitirdikten sonra Pierre Loti'de oturup bir kahve içelim dedik Mehmet'le.Mezarların,ölülerin içinde sımsıcak bir kahve içip nispet yapar gibi kahkaha atmak orada yatanları nasıl çıldırtıyordur,kim bilir?Belki de benim düşüncemin aksine herkesin hatırından çıkmış,kuşların bile uğramadığı ücra bir mezara tercih ediyor olabilirler şimdiki yerlerini.Oraya her gidişimde, 'Şu mezarların dili olsa da konuşsa bizimle;ne çok anlatacak şeyleri vardır!Yıllardır dinlemekten sıkılmışlardır..' diye bir düşünce peyda olur kafamın içinde.Gariptir ki,kimi insanlarda bir an önce toprak altına girmeyi yeğlerler.Hayat herkesi adil davranmıyor.Çok uzaklarda,üzerindeki delik ve ıslak montuyla mendil satmaya çalışan,ufacık ellerini ısıtabilmek için minik ağzının sıcak lakin güçsüz nefesinden ayırmayan kirli yüzlü çocuğu görünce,bir kez daha anlıyorsunuz adil bir dünyada yaşamadığımızı ve asla da yaşayamayacağımızı.Adaletin dağıtımını insanoğlunun inisiyatifine bırakan Tanrı,bu kadar kötü sonuçlar doğuracağını öncesinden görememiş olamaz değil mi?Bizden farkı kalmazdı o vakit.Öyleyse 'Neden' diye sormalı yüksekte oturup içini kahveyle ısıtan da,aşağıda olup ellerini nefesiyle soğuktan korumaya çalışanda.Bir kitapta geçiyordu:'Hiç doğmamak en büyük şanstır.'Kaç kişi her gün hatta her saniye içinden buna benzer şeyler geçiriyordur kim bilir!Bazen farkında olarak yaşamak gerekir.Şairler gibi gerçekçi ama hep bir ütopyanın hayaliyle mutlu olmakta iyidir.

Şair demişken,şiir tanrısı Cemal Süreya'nın bugün ölüm yıl dönümüdür efenim.Madem öyle,ustaya saygımızdan yakarışımı burada kesip üstadın bazı şiirlerini ve bu şiirlerin çok özel hikayelerini sizinle paylaşayım...

Gül şiiri,Cemal Süreya'nın aşığı Tomris Uyar'ın Cemal beyi 'Şahsiyet Rötarı' olarak adlandıracak bir olaya çanak tutar.Tomris Uyar'ın Cemal Süreya ile olan ilişkisi hem enteresan,hem dillere destandır....
Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlardı Cemal Süreya.Bir gün Tomris Uyar:'Biraz gez dolaş,arkadaşlarınla falan buluş.' der.Ertesi gün geç gelir Cemal Süreya,ondan ertesi gün de,hep geç gelir.Bu akşamların birinde,örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris,apartmanın girişinde oturan Cemal'i görür ve gerçek ortaya çıkar.Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup 'gecikiyordu' Cemal Süreya... 
Tomris Uyar tarafından durumun adı derhal kondu:Şahsiyet Rötarı...

GÜL
Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin

Ellerini alıyorum sabah kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
İstasyonda tren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene...


Bir diğer hikayede Cemal Süreya'nın Bakan'la olan münasebetiyle ilgilidir.
Cemal Süreya darphanede müdürdür;paranın olduğu yerde bir şair müdürdür.Bütün yolsuzlukları tespit edip,rapor eder ve Ankara'ya gönderir.Mükafat bekler lakin ses yok.Bir daha yazıp bir daha gönderir.Çok geçmeden zamanın bakanı darphaneyi teftişe gelir.Gelir ama Cemal Süreya'nın elini bile sıkmaz. 'Bu kapının arkasında ne var?' diyerek bütün odaları dolaşır.Cemal Süreya müdür olmasına rağmen onunla hiç muhatap olmayıp direkt olarak yardımcılarıyla diyalog halindedir.İki saat dolaşır ve gider.

Giderken Cemal Süreya der ki:
'Bir kapı var ki,onu size hiç açmayacağız!''
'Hangi kapı,ne kapısı?'' der bakan.
'Gönlümüzün kapısı..!'

Bakan gider ve hemen bir rapor hazırlar.Raporunda şu notlar yer alır:
Darphaneyi gezdim,çok pis buldum.Müdür Cemalettin Seber'i (Cemal Süreya) görevden alıyorum.

Cemal Süreya bu yazıyı alınca bir basın toplantısı düzenler ve der ki:
'Bakan haklı,gerçekten de o gün şanlı darphane,tarihinde ilk defa kirliydi.
O da sayın bakanın burada teftişte olduğu saatlerdi...'

Bu güzel insanı saygıyla anıyoruz.
Ve şu dizelerle bitiriyoruz..

Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrediğimi?
Geldiğimi?
Gittiğimi
Hadi!












3 Ocak 2015 Cumartesi

Kapitalizmin Romantik Öyküsü...


Dostlarım,size kapitalizmin kusursuz anlatısını sunmaktan gurur duyarım.

Çok çok ince göndermeleri gözden kaçırmayalım.

Şah ve Vezirin simgelediği iktidar ya da iktidarlar

Yahut

ağaçtan alının lambanın evlere dönüşümü vb. gibi.
Kusursuz...