31 Ekim 2014 Cuma

29 Ekim Bayramı...





Yıl 1910....

Fransızlar,yeni buluşları olan uçağı tanıtmak için tüm uluslardan katılımcılar davet eder.
Herkes böyle bir icadın gerçekleşmiş olması nedeniyle şaşkın ve meraklıdır.Dönemin Osmanlı Hükümetine de katılımcı için haber gönderilmiştir.
Hükümet,icatlara oldukça meraklı olan Ali Rıza Paşayı gönderelim,o meraklıdır demişler...
 Ve derhal saraya çağırmışlar.
Kendisine Fransızların buluşundan bahsetmişler ve Osmanlı'yı temsilen gitmesini istemişler.

Ali Rıza Paşa:
'Bunu biz yapmalıydık.' demiş içinden hayıflanarak. 

'Yalnız..'
 demişler Paşa'ya, 

'Davet iki kişilik!Yanına bir kişi daha al;onu da sen belirle!' 

Ali Rıza Paşa biraz düşünmüş ve 
'Bir delikanlı var,onu götüreyim.' demiş.

Ali Rıza Paşa ve delikanlı Paris'in yolunu tutmuşlar.Paris'te  otele yerleşmişler.
Buluşun gösterileceği gün kalabalık meydan ve meraklar had safhada.
Pilot son hazırlıklarını yapıyor.
Uçak havalanıyor. 
Havada ahenkle dans edip,gösterisini yaptıktan sonra alkışlar eşliğinde piste iniyor.
Herkes kıskanç ama şaşkın.

Bir yetkili bir gönüllü istiyor.Bu gönüllü,pilot arkasında oturup,bizzat eşlik edecek.

Bizim delikanlı atılıyor:'Benn,bennn!' 
'Tamam!'
deniyor ve delikanlıya mont ve gözlük veriliyor.

Delikanlı verilen montu büyük bir heyecanlı giyiyor,gözlüğü usulca takıp,kalabalıktan sıyrılmak üzere adımlarken,
Ali Rıza Paşa kolundan tutuyor: 
'Boş ver,sen binme evlat!Başkası binsin.' diyor.

'Neden?' 
diye soruyor delikanlı, 
'Kötü bir şeyler mi hissettiniz?' 

Paşa:
'Hayır,ama sen yinede binme!' diyor.


Delikanlının Paşa'nın ısrarıyla isteksizce vazgeçmesi üzerine yerine başkası gönüllü oluyor.Alkışlar eşliğinde uçak pistten hızla ayrılıyor.Havada mükemmel bir gösteri sunarken hiç beklenmeyen bir şey meydana geliyor:Uçak bir anda patlıyor ve herkesin korku dolu bakışları arasında bir meteora benzer görünümüyle pistte çakılıyor.

Sonuç:Pilot ve gönüllü ölü...

Delikanlı nutku tutulmuş,hayretler içerisinde Paşa'ya bakıyor.Paşa,bir insanı kurtardığı için mağrur ve mutlu.Ama bir başkası ölmüştü.

Lakin,kurtardığı bir insan değildi,bir ULUSTU.

Çünkü delikanlı,
ileride Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu olacak olan
'Mustafa Kemal ATATÜRK'TÜ...'

29 Ekimi,bayram olarak kutlatan değerli şahsiyete saygılarımla...














25 Ekim 2014 Cumartesi

Öyle Değil İşte...!



Ben bunun nasıl sevmek olduğuna anlam veremedim.
Ben kimseye anlam veremiyorum zaten bu aralar. 
Okuldan bir arkadaşım anlatıyor...

'Korunmasız seksin sonuçları ağır olabiliyor,benim kız mesela üç aylık hamile.Biliyorum,aptalca bir şey yaptığım;hem kendimi hemde onu tehlikeye attım.Neyse ki, Eskişehir'deki devlet hastanesinde tanıdık varda makul bir fiyata kürtaj yaptırabileceğiz.Yok canım,ne sevmesi!Uzun zamandır öylesine takıldığım biri.Ben başkasına aşığım.Onunla da sık sık görüşüyorum.Diyeceksin ki 'Biraderim madem aşıksınız birbirinize ne diye başka bir kızla bu haltı yedin?Bu nasıl sevmek..?' Ben de hemen şunu derim size;İlişkimizi kurtarmak için.Hayır,Onur!Senin söylediğinin aksine bu bir zampara yalanı değil.İnsan sevdiğiyle yek vücut olamayınca yavaş yavaş uzaklaşır gönüller.Sevdiğini kaybetmemek içinde başkalarıyla birlikte olursun ki,ayyuka çıkan hormonları nitekim dizginleyebilesin.Geçen gün bize geldi.Üç aydır beraberiz,öpüşmekten ileri aşamaya geçemedik.Ne kadar sevsem de insan bir süre sonra dayanamıyor;hormonlarına yenik düşüyor.Küveti ılık suyla bir güzel doldurdum.Yavaş yavaş soyunmaya başladım.Sonra aynısını ondan istedim.Yüzünün rengi attı biraz,fark ettim. Yalvarır gibi ' Bunu yapmak zorunda mıyız.?' dedi bana.Sadık kalmamı istiyorsan evet, deyince isteksizce soyundu.İlk defa şu vaziyette kendini bulduğunu söyledi.Şöyle dikkatlice bir göz attım vücuduna,çıplak etlerinde deprem oluyordu sanki.Korkudan tir tir titriyordu.Vicdanım el vermedi be,giyindirip beraber yattık uyuduk.Dokunamazdım ona bu vaziyette.Beni gerçekten sevdiğini işte o zaman idrak ettim.İstemediği yahut hazır olmadığı bir şeyi sırf sevdiği istiyor diye gözlerini yumup katlanması,korkarak evet deyişi... beni sevdiğine o an ikna oldum...' 

Kimileri buna sevmek diyor.Aşklar,sevdalar bu ve benzeri uçkur düşkünü yaratıkların elinde kaldığı sürecede aşkın tarifi daha fazla cinsellik kokan tanımlara kayacak.Keşke sevdalar kitaplardaki gibi olsa.Sabahattin Ali öykülerindeki gibi sevsek.Orhan Veli'nin şiirleri gibi dokunabilsek,Cemal Süreyya gibi sevene giden yolların kapalı olduğuna isyan edip,yinede o yoldan vazgeçmesek.Yazık ki bu hale gelmişiz.Ben olsam dokunmaktan korkarım,incinmesin narin elleri diye.Bakmaktan sakınırım kimi zaman benim bile nazarım değmesin diye.Doyurur bir gülüşü tüm sevmek açlığımı,sıcacık.Sevende,sevilende kutsaldır.Sevenin sevgisine sadık kalmak gerekir.Öylesine birisiyse,sevmiyor yahut sevilmiyorsan tüm insanlığı küvete sokup sevişebilirsin.
Ama sevilen kutsaldır bizde.
Bende öyle.!!!


''Aşk,
Resmini çiz deseler...
Bacası tüten bir ev belki.
Belki gece yarısı terk edilmiş bir şiir...'' 








19 Ekim 2014 Pazar

Hadi Oradan Be..!!!

Ne büyük bir utanmazlık!Ne kadar acı!Kendisi gıda mühendisi ve kasiyer olarak bile iş bulamıyor.Büyük bir marketler zinciri üniversite mezunu kasiyer arıyormuş,başvurmuş,oraya bile almamışlar.Alt tarafı bir süper market,bir üniversite mezununa kasiyer olarak iş teklif etme cüreti gösterebiliyor.Yanlış anlama olmasın; ekmek parasıdır,hiçbir iş hor görülmez ama bu ayıptır,günahtır.Bir zamanlar Anadolu'nun tüm geri kalmış illerine fabrika falan açıp iş istihkamı sağlamak yerine askeriye kurarlardı.Seçim yatırımı için artık birbirinden kof üniversiteler açıyor ve gencecik bizlerin yıllarını çalıp, 'Al götüne sokarsın' dercesine bir halta yaramayan diplomalar veriliyor.Sanat tarihi okuyan bir çocuk banka memuru,arkeoloji okuyan bir genç herhangi bir şirketin pazarlama müdür,turizm okuyan birisi mecburen polis oluyor.Birçoğunun adı üniversite ama tek başarısı; Demet'e yılın sanatçısı,falancaya yılın talk showcusu ödülü vermekten başka bir özelliği olmayan sisteme köle yetiştiren ucubeler... Sonrası tam bir facia işte.Götü kırık bir market,üniversite mezunu kasiyer arama cüretini gösterir ya da boktan bir mağaza,üniversite mezunu tezgahtar aranıyor diye ilan verecek kadar yüzsüz ve arsızdır.Üniversitelerin görevi,bu ülkeyi yarınlara taşıyacak bilim ve ilim insanı yetiştirmek ya da göğsümüzü kabartacak sanatçılar yaratmaktır.Bir ülkede üniversite; kasiyer,banka memuru,satış görevlisi yetiştiriyorsa bir şeyler yanlış demektir.Fazla ciddiye almayın derim ben.En korkuncu da bir insanın nefret ettiği bir işte çalışması bana göre.Hiçbir meslek öğrenmeden,hayata karşı hiçbir hazırlığı olmadan askerliğini bitirip yirmi beş yaşında elinde sikik bir diploma ile sokaklara çıkıp,o panik ile karşına ilk çıkan işe girdikten sonra ne olacak?Kolay değil her gün kalkıp nefret ettiğin bir işte çalışmak zorunda olmak.Bir ömür kimsenin nasihatlarını dinlememiş ve hep burnunun dikine giden bir adam olarak,kimselere nasihat vermek haddime değil ama o kadar korkmuş ki,daha on yedisinde bile olmayan çocuk gelecekten;kafayı test kitapları,sınavlar,şunlar bunlar bozmuş.On yedi yaşındaki bir çocuğu gelecek korkusuyla doldurmak nasıl bir hastalıklı ruh halidir?Gıda mühendisi kardeşimizi kasiyer olarak bile işe almayan marketin küstahlığını yeniden anlatmaya gerek yok.

Unutma!
Ne yaparsan yap,neyi başarırsan başar,nerelere gelirsen gel,en nihayetinde götüne pamuk tıkıyorlar bu hayatın sonunda....

Bari 20 yaş öncesinin tadını çıkaralım...


14 Ekim 2014 Salı

Yapma Peder...!





''Papaz Marignan karısından nefret ederdi.Ondan tam nedenini bilmeden nefret eder,içgüdüsel olarak küçümserdi.İsa Peygamber'in sözlerini tekrarlar, ''Kadın,ikimizin arasında ortak olan ne var?'' diye sorar;sonra da, 'İnsanın tanrı bile eserinden pek memnun değil diyeceği geliyor,' derdi.Papaz için kadınlar şairin dediği gibi on iki kere karışık ve uygunsuz çocuktu.İlk erkeği felakete sürüklemişti.Zayıf,tehlikeli,cehennemlik edici,baştan çıkarıcı,şaşırtıcı bir yaratıktı.Onların sevgi dolu ruhlarından,insanı doğru yoldan çıkaran vücutlarından daha fazla nefret ederdi.Zaman zaman bu sevginin kendisinine de yöneldiğini hisseder,bundan rahatsız olurdu.Papaz Marighan'a göre Tanrı kadını yalnızca erkeği sınamak,denemek için yaratmıştı.Savunma önlemleriyle,tuzağa düşme korkusuyla yaklaşmalıydı onlara.Kadın,gerçekten de yarı açık dudaklarıyla,uzanmış kollarıyla tam bir tuzaktı erkek için... '' der Mutluluk kitabında.

Bu tutum tamamen kadın düşmanlığı olarak algılansa da,fettan kadınlarda yok değil.Özellikle 'İnsanı doğru yoldan çıkaran vücutlarından...'daki  kelamı,bazı kadınların iş dünyasında yahut elde etmek istedikleri cazip şeylerde çokça başvurduğu bir yöntem.AMA tüm kadınları aynı kefeye koyan Papazın mizojin yaklaşımını da desteklediğimi de söyleyemem.Bazı kadınlar vardır,bir ömür beraber yaşasan yahut  bir ömür beklesen hiç şikayet etmezsin.Bilirsiniz ki,siz ona ne verirseniz,o daha güzel hale getirip size geri verecektir.Ona bir gülücük verirseniz,size kalbini verir.Ona bir ev verirseniz,size bir yuva verir.Ona sebze verirseniz,size yemek verir.Ona şarkı söyleyin,size konser verir.Ona sperm verirseniz,size bir çocuk verir.Ona değer verirseniz,size ömrünü verir.Kendisine verileni çarpıp çoğaltarak mutlaka geri verir.İşte,bu yüzden ona çamur atarsanız,büyük bir haksızlık etmiş olursunuz... 

İyi ki,Papazın tanımladığı gibi kötü kadınlarda var.!
Yoksa nasıl anlaşılırdı geriye kalan iyilerin değerleri...










8 Ekim 2014 Çarşamba

Kin,Nefret,Realite,Riyakarlık=Türkiye...!




Dünden kararlaştırmıştık;İstanbul Modern'deki sergiye gidecektik.Bu fikir bana ait olsa da dostlarımın çok ılımlı yaklaştığını söyleyemem..Hatta Fatih,bu teklife boncuk boncuk terleyerek karşılık verdi.Görmeden daha sanatın sorumluluğunu kaldıramadı. 'İstediğimiz zaman çıkabiliyor muyuz?,' gibi tedirgin sorular sormadı da değil hani.Çünkü sergiler onun için kodesten farksızdır.Giriş var çıkış yok sandı kanımca.Neyse efenim,biz üç arkadaş yarın sergiye gitme konusunda mutabık olduk.Gecenin ikisinde evlerimize giderken gayet makul bir sükunette ve neşedeydik. Kim derdi ki,gecenin tekinsiz saatlerinde rahat rahat dolaşırken öğleden sonra saat iki gibi,gündüz gözüyle sokağa çıkmaya korkar hale geleceğiz diye.Kimse aklından bile geçirmezdi.!
Öğleden sonra saat bir buçuğu gösteriyordu.Üstümü giyindim,dört yılda bir kullandığım parfümü sıktım,diğerlerine hazır olduğumu bildiren mesajımı attım ve balkona çıktım.Yaklaşık yüz metre ötede bir duman ve dumanın içerinde bir grup küçüklü büyüklü insanlar vardı.Ellerinde 'Kobani' destekli pankartlar,bellerinde hazır sopalar bulunuyordu.Ben on iki senedir Sultangazi'de yaşıyorum ve bu on iki sene içinde bir tek olay görmedim.Gazi Mahallesine nazaran burası kendi yağında kavrulan bir ilçedir.Cebeci halkı olarak hiç alışık olmadığımız bu durum karşında sadece balkonda izlemekle yetindik başta.Sergiye gitmek için dışarıda buluşup,gözlerimizde yakıcı koku ve soluklarımız da acı bir tat hissedince,yukarıda polisin müdahale ettiğini anladık. 'Herhalde hemen dağılırlar..' diye düşünüyorduk ki,HDP Binasının önünde bir grup işe yaramaz insanın toplanıp etrafı taşlamaya başladığını gördük.Yineliyorum,bu Cebeci'de ilk kez oluyor.Polis biraz gurubu dağıtır gibi oldu.Sonra devreye yüzleri maskeli, yaşları tahminimce 15-18 arasında değişen çocuklar girdi.Yaklaşık sayıları seksen kişi vardı.Esnafın dükkan camlarını kırıyor,Türk bayrağı olan evleri taşlıyor,gördükleri tüm otobüs ve arabayı kullanılmaz hale getiriyor,çöp konteynerleri yakıyor ve karşı koyan birkaç milliyetçi kişileri linç ediyorlardı.Sultangazi sakinleri olarak hiç yaşamadığımız kahredici şeyler izliyor,ne yapacağımızı bilmez halde bekliyorduk.Ortalığı iyice talan ettikten sonra millet olarak sabrımız taştı ve HDP binasının önünde en sonunda toplanabildik.Dillerde marşlar,ellerde bayrak ve bayrağa yapılan saygısızlığın intikamını almak için beş para etmez bedenlere indirilecek çivili sopalar.Bir lahza durup kendime baktım;bir elimde ağırca sivri bir taş,kafamda zarar vermek için en acımasız düşünce olduğunu anladım.Ozi ve Fatih'te aynı şekilde intikam hırsına yenik düşmüştü. 'Biz ne yapıyoruz?' dememle bir grup piç kurusunun bizi taşlaması bir oldu.İki yüzü aşkın kişiyle gözü dönmüş biz,bir grup kolayca yönlendirilen ve maşa olarak kullanılan küçük yaştaki çocuk diye nitelendirebileceğimiz grubun üzerine hücum ettik.Bu çocuklar,Gazi mahallesinde geliyorlardı buraya.Çok uzak sayılmasa da,oradan buraya gelmesi biraz zahmetlidir.Neyse efenim,biz çılgınlar gibi peşlerine düştük.Kendimi bir an gurubun en önünde buldum.Kafamda tek bir düşünce vardı:Hepsine verilebilecek en büyük ve en acı zararı vermek.İnsani vasıflarımı yitirmiştim.Neticesinde,üç kişiyi yakaladık.Öyle bir meydan dayağı attık ki,piç kurusunun yüzü kana bulanmış,sadece gözleri seçilebiliyordu yüzünde.Bir tanesini tam öldürmek üzereydik ki,caminin imamları gelip yalvar yakar bir binaya sokup uzaklaştırmaya çalıştı bizi.Ayakkabılarıma baktım,kızılın en koyu rengindeydi.Daha çok hırslandım.Yerden boş bir soda şişesi kapıp,tam kafasında parçalamak üzereyken son anda çocuğu korumak isteyenler tarafından engellendim.Daha çok deliye döndüm.Bana onun, 'Henüz çocuk olduğunu,anlayışla karşılamak gerektiğini söylüyordu' vicdan yapmış bazı kimseler. 'Saçma!' dedim, 'Ağaç yaşken eğilir.Yılanın başını küçükken ezmek gerekir.Hem bizde çocuk olduk,bizimde bu yaşta çocuk akrabalarımız var ama hiçbirimiz bu orospu çocuğunun yaptığı gibi bayrak yakıp,camları taşlamadık.Bu piç kurusunu ancak ölüm paklar...' diye bağırırken,nereden olduğunu başta kestiremediğim sağlam bir tokat geldi.Döndüm baktım;babam.Hemen çekti çıkardı gruptan.Sakinleştirdi.Birazda azarladı tabi.Sonrada Fatih'ten öğrendiğim kadarıyla yakalanan çocuklara neden böyle yaptığı sorulduğunda,ceplerine otuz lira bayram harçlığı koyup,bunun karşılığında olay çıkarmaları istenmiş.Bu onun suçunu hafifletmez tabi ki ama çocukların nasıl maşa olarak kullanıldıklarının göstergesi.Asıl suçlular,bu çocukların ebeveynleri.Yetiştirilme tarzı çok önemli.Gel de anlat.
Eve geldiğimde,her yerim o piç kurularının kanıyla boyanmıştı.Ve hiçbir zaman,birini dövmekten bu kadar keyif  aldığımı sanmıyorum.
Kürt-Türk kardeştir iyimserliği büyük bir kurmacadır.Kürtler bu ülkenin kanayan yarasıdır.Dağa çıkanlar,askerlerimizi öldürenler,saçma sapan töreleri olanlar,bayrak yakıp polis taşlayan,okul yakanlar hep Kürttür.Kürt ismi artık bende sadece nefret hissi uyandırıyor.Hepsi olmasa dahi yüzde doksanı bu ülkede yaşamayı hak etmeyen,soysuz köpeklerdi.Bu ayrımcılık değil,gerçekçiliktir.Televizyonlardaki riyakar insanların 'Kardeşiz'i' sahtekarcadır.Bu her zaman böyle olagelmiştir...

Böyle işte!
Sergi için çıktık,elimizde taşlarla kendimizi savunurken bulduk.
Türkiye'de yaşıyorsan,plan yapmamalısın.
Anı yaşamak zorundasındır....












2 Ekim 2014 Perşembe

Sahiplenmek...




'Postacı' filmini ne olur izleyin.94 yapımı bu filmde,Nazım Hikmet'in en sevdiği arkadaşlarından biri olan Pablo Neruda'nın yaşamı üzerine kesitler yer alıyor.Cahilliğimden ötürü henüz tanıdım Neruda'yı. Şiirlerindeki duruluk,insan sevgisi ve aşkı içtenlikle anlatışıyla dünya şairi diyebiliriz.Filmde özellikle bir sahneye dikkatinizi çekmek istiyorum.Şili'de bir adaya siyasi nedenlerden dolayı sürgün edilir Pablo Neruda.O sırada baba mesleği olan balıkçılık işini yapmak istemeyen Mario Ruoppolo,postacı olmaya karar verir ve Neruda'nın postacısı olur.Bu saf yürekli posta dağıtıcısıyla yazar arasında zamanla sıcak bir dostluk gelişir.Hatta Postacı Mario,tanıştığı ve bir görüşte aşık olduğu güzel bir genç kızla Neruda'nın şiirlerindeki mecazları kullanarak iletişim kurar.Sorun şuradaki,Neruda şiirlerinin gizlice okunduğunu ve kullanıldığını bilmiyor.Bir gün Mario'yu suçüstü yakalar ya da yakaladığını sanır.

Neruda'yla postacı arasında şöyle tarihi bir konuşma geçer:

Neruda:Benim şiirimle kızı baştan çıkarmışsın.

Postacı:Senin yazdığın şiirle kızı baştan çıkardığım doğru.
Lakin,o şiir sana ait değil.

Neruda:Benim yazdığım şiirin bana ait olmadığını mı söylüyorsun?

Postacı:Evet.Şiir,yazana değil ihtiyacı olana aittir...

İşte mesele bu!
İhtiyacı olan yazandan daha çok sahiplenir şiiri.

Şu güzel mısraları da paylaşmadan edemeyeceğim..!

''Hayranım öpüşlerde paylaşılan sevdaya,
döşekte ve ekmekte paylaşılan.
Sevda bu,kimi sonuza uzar,
kimi bir yıldız gibi kayar.
Sevda özgür olmalı ki,
dönüşebilsin sevgiye.
Sevda kutsallaşır yakınlaştıkça,
kutsallaşır uzaklaştıkça...''