25 Şubat 2015 Çarşamba

Bize Ait Olmayan Bizden Parçalar...




Hayatımız boyunca duyduğunuz bütün sesler arasında en az tanıdığımız,daha doğrusu hiç tanımadığımız tek ses,kendi sesimizdir.Başka sesler bize birçok şeyi hatırlattığı halde kendi sesimiz bize hiçbir şey hatırlatmaz.Sesimiz,hafızamızda tek bir ışık bile yakmaz.Kendi sesimiz bize yabancıdır.Kendi kokumuzu da alamayız.Kokumuz da yabancıdır bize.Bu kadar yakın olup da sesine ve kokusuna yabancı olduğumuz tek insan kendimiziz.Belki de bu yüzden kendimizi tanımayız.Belki de bu yüzden bir başka insanın sesine ve kokusuna bu kadar çok ihtiyaç duyuyoruz.Belki de bu yüzden aşık oluyoruz.Belki de,bir başkasının sesini ve kokusunu kendi  sesimiz ve kokumuzun yerine koymaya,bir başkasının sesini ve kokusunu bir parçamız gibi hissetmeye aşk diyoruz.Belki de,sevdiğimiz insanın sesine doğru akıp gitmemiz,aslında kendimize doğru yaptığımız bir yolculuk.Kendi sesimize ve kokumuza hafızamızda yer yok.Biz kendimize yabancıyız.O yüzden başkalarının sesiyle sevinip,başkalarının sesiyle acı duyuyoruz.Aşkı aramak,hep kendi sesimizi,kendi kokumuzu aramak belki.Bizi dolaştıracak bir kılavuzu bulmaya çalışmak.Terk edildiğimizde duyduğumuz acı,bir parçamızı kaybetmekten.Terk ettiğimizde ardımızda bıraktığımız keder,terk ettiğimiz insanın sesini ve kokusunu kendimizle birlikte götürerek geride bıraktığımız boşluktan.Aşkı yaşarken bunu hiç bitmeyeceğini sanmamız,bize bağışlanan büyük yanılgı sonucu,aşık olduğumuz insanın sesini ve kokusunu kendi parçamız sanmamızdan.Sesler ve kokular olmasa geçmişiz olmazdı.Sesler ve kokular olmasa aşklar olmazdı.Sesler ve kokular olmasa acılar ve sevinçler olmazdı.Aşk kendimizin sandığımız bir sesin ve kokunun salında bize ait olmadığını,bir başkasının sesi ve kokusu olduğunu anladığımız zamandır.Yanıldığımız sürece aşığız biz.Seslerini kokularını istediklerimizin,vücutlarını da isteyeceğiz. 'Seni seviyorum.' dediğimizde, 'Sen benim sesim ve kokumsun' demek isteyeceğiz.Aşk tanrısı,dünyayı yanılın emriyle yaratacak.Hep yanılacağız.Hep yanılıp,yanıldığımız için acı çekeceğiz.Ama sevinçlerimizi de bu yanılgıya borçlu olacağız.Anıldığımız sürece seveceğiz.Sonra yanıldığımızı anlayacağız!

Ve gidip yeniden yanılacağız...


19 Şubat 2015 Perşembe

Belki De Başka Tür Bir Sevgi Yok...!





Kıskançlıklarla,kuşkularla,hesaplaşmalarla süren sancılı bir aşkın orta yerindeki bir sevişmeden sonra adam seviştikleri odadan çıktığında başlayan bir hava bombardımanında ev isabet alıyor ve adamın biraz önce geçtiği bölüm çöküyor.Daha iki dakika önce koynunuzda olan birisinin yok olduğunu görüyorsunuz.O korkunç anda kadın yaşadığı çaresizlik karşısında,aslında pekte inanmadığı Tanrı'ya sığınıyor.Dizlerinin üstüne çöküp yalvarıyor:'' İnandır beni!'' diyor, ''O yaşarsa sana inanacağım.Ona bir fırsat tanı!Bırak mutluluğuna sahip olsun.Bunu yap,inanacağım sana..'' Ve Tanrıyla bir pazarlığa oturup,en çok sevdiğini geri alabilmenin karşılığında tanrıya en çok sevdiğini vermeyi öneriyor.Eğer biraz önce o kapıdan sağ olarak çıkan erkek yeniden o kapıdan sağ olarak dönerse,o erkeği bir daha hiç görmeyeceğine söz veriyor Tanrıya. ''İnsanlar birbirlerini görmeden de sevebilirler,değil mi?'' diyor, ''Seni hayatlarında bir kere bile görmeden seviyorlar...''
Graham Greene, ''Zor Tercih'' isimli romanında,erkeğin dönüşünü gören kadının duygularını yalın bir dille anlatıyor.
''O anda,Maurice girdi içeri.Yaşıyordu. 'İşte,şimdi onsuz olmanın ıstırabı başlıyor!' diye düşündüm ve yine kapının ardında ölmüş yatıyor olmasını istedim.'' Kadın,sevdiği erkeğe kavuşmuş ve aynı zamanda onu kaybetmişti.Ve onun yaşadığını gördüğü anda,biraz önceki pazarlığın ağırlığını fark edip, ''Keşke ölseydi!'' diyordu.Bundan sonra,bir insanı görmeden de sevmenin mümkün olup olmadığını öğrenecekti.
Romandan yapılan filmde, ''Tanrıyı görmeden seven insanların'' birbirlerini de görmeden sevip sevemeyeceklerini,iki sevgili unutulması zor cümlelerle tartışıyordu:
-
-İnsan sevdiğini görmediğinde aşk biter mi?
--Düşünsene,Tanrıyı bir kez bile görmedik ama onu seviyoruz.
--Ama benimki o tür bir sevgi değil,Sarah!
--Belki de başka bir tür sevgi yok,Maurice.

Aşk,bir insanı tanrıyı sever gibi sevmek mi,onu görmeden ama onu hissederek onun varlığına bağlı kalmak mı?
Bir dokunuşa,bir bakışa,bir sese,bir işarete muhtaç olmadan,onu besleyecek bir bedene,bir vaade,bir ümide ihtiyaç duymadan,tek başına da sürebilecek kadar güçlü bir sevgi mi aşk?
'Sevmeye devam edebilmek için onu görmeliyim!' demeyecek kadar büyük bir iman,büyük bir bağlanma mı?Bir ruhun bir başka ruha sarılması ve bu sarılışı bir bedene gerek duymadan da sürdürebilmesi mi? 'Tanrıyı sevdiğim kadar severim seni!' diyebilmek,böylesine korkunç bağlılığa rıza göstermek mi aşk?Peygamberler bile tanrıya yüzünü göstermesi için yalvarırken,hiç görmeden de ruhunu bir başka ruha adamak mı? Hayatın içinde,insanların sevmek için görmeye ihtiyaç duyduğuna şahit oluyoruz;kaybedişler unutuşları da getiriyor;bir bedenin aracılığı olmadan bir ruha bağlılığımızı da çok sürdüremiyoruz. 'Tanrı'mız olmuyor sevdiğimiz;imanımızı çabuk kaybetmeye,bütün inançsızlar gibi sevgimizin sürmesi için bir kanıt görmek istemeye çok yatkınız.
'Belki de sevmenin başka türü yoktur.'' diyen birilerinin romanların,filmlerin arasında dolaşması ve bizim o insanları hayatta da bulacağımıza dair ümidimiz,bizi aşka doğru çeken bu işte!Böyle bir ümidimiz olduğu için şiirler,romanlar okuyoruz.Neredeyse bütün hayatını kendi inancıyla dövüşerek geçiren Graham Greene'in 'Tanrıyı görmeden seviyorlar,bende onu görmeden severim.' diyen bir satırı yazması bize aşkın çekiciliğini yaşatan.Bu satırı okumak,bunun gerçek olabileceğine inanmak,bu hayali beslemek,bizim sıradan hayatımızı,bizim yaşadığımızdan daha renkli,daha çekici,daha heyecanlı kılan.Hiç rastlamasanız da 'Bir insanı sevmenin tanrıyı sevmek gibi bir şey olduğunu' yazan birinin varlığı,sizi,bunu söyleyebilecek birinin varlığına da inandırır ve o inançtır ki,bence bizim hayatımıza mana katan.Aynen, 'Tanrıyı görmeden sevmek' gibi siz de bir insanın başka bir insanı hiç görmeden sevebileceğine,o insana hiç rastlamadan inandığınızda,romanların size itaat ettiği o kutsal topraklara girmek için,o toprakların sınırlarında içiniz ürpererek dolaşmaya başlarsınız.Birisi tarafından öyle sevilmek istersiniz.Ve birisini öyle sevmek.Ancak o zaman,gerçek bir mümin gibi,çekilecek olan acıları değil,bir tanrısı olan bir kainatta yaşamanın mucizesini fark edersiniz.Acı dolu,isyan dolu bir mucize!'Keşke inansaydım' dedirtecek, 'Keşke onu böyle sevmeseydim' dedirtecek bir mucize.Ama bütün acısına,bütün kederine,bütün yalnızlığına rağmen vazgeçilemeyecek bir mucize....
O mucizeyi görenlerin ondan kolay kolay kopabileceklerini sanmam.İnsanların bütün nankörlüklerine,alaylarına,hor görmelerine,inanmamalarına karşın tek başına kendi inancıyla yaşayan,kendi inancının yüceliğinde diğer insanların zavallığını,yetersizliğini,aşksızlığını görüp,onlar için üzülen ve kendi sevgisine sıkı sıkıya tutunan bir ahir zaman peygamberi gibi,başkalarına bomboş gözüken bir çölde,o çölün boş olmadığını bilerek yürürsünüz.Sizin bu yürüyüşünüz,bir gün bir romanda yahut bir yazıda bir satıra dönüştüğünde,sizinle alay eden nice insanın çorak ve loş hayatına sizin hayatınızdan bir ümit ve ışık sızar.Büyük bir ödülün ve büyük bir cezanın sahibisinizdir.Bir insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek bir güçle ödüllendirilmiş...
Bir insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek kadar güçlü olduğunuz için de cezalandırılmışsınızdır.
İnsanlar,tanrıyı görmeden seviyorlar.Ama tanrıya inananların çoğu,bir insanın bir başka insanı hiç görmeden sevmeyi sürdürebileceğine inanmıyor.Ben,tanrıyı inanan Graham Greene inanıyorum,bir insan başka bir insanı hiç görmeden de sevmeyi sürdürür.Benim inancımı paylaşanlar,bir gün öyle sevmeyi ve öyle sevilmeyi bekleyecekler,bu inanç,onların içinde kapatıldıkları küçük hayatların sınırlarını yıkıp,onları vaat edilmiş hayallere taşıyacak...

Bir gün biri onlara diyecek ki:
-Belki de başka tür bir sevgi yok,Maurice...






13 Şubat 2015 Cuma

Niye Olmasın Ki...!!





Kalın gövdeli,uzun ve yaşlı ağaçların koyu ve serin gölgeliğinde kurulmuş bir hamağa uzansam..!
Yanı başımda,dışı buğlanmış,ağzına beyaz dantel örtü örtülmüş bir sürahide,içinde limon kabukları rendelenmiş limonata olsa,ağaçların bittiği yerde,iri taneleri güneş ışıklarıyla bal rengine dönmüş üzüm salkımları taşıyan bir bağ uzansa... Bir guguk kuşu ötse arada bir.!Başucumdaki tahta sehpanın üzerine Oğuz Atay'ları dizsem,Sabahattin Ali'leri,Yusuf Atılgan'ları,Arsen Lüphen romanlarını... Oscar Wild'in sayfalarını karıştırsam.Kimse bana bir şey sormasa.Ben kimseye bir şey söylemesem.Gömleğim pantolonumdan taşsa... Alexandre Dumas'ın Monte Kristo Kontu'nu,Siyah Lale'sini okusam yeniden.Hafif hafif salınarak,uykuyla uyanıklık arasındaki o hülyalı boşlukta dolaşsam.Günahları özlesem.!Çılgınlıkları,öfkeleri,kalabalıkları unutsam.Kadınım,ağaçların arasından sessizce gelip bana baksa;ben yarı kapalı gözlerimin arasından onu görmekten memnun bakıp sanki onu görmemiş gibi yapsam,kadınım limonata sürahisinin üzerindeki dantel örtüyü düzeltse.Kimse ağlamasa,kimse acı çekmese.Vücudum,kendinden ve sessizliğinden memnun,göğsündeki telaştan kurtulmuş eski bir ağaç gibi yatsa.Hiçbir şey düşünmesem.Gerçekleşmesi asla mümkün olmayan hayellere bıraksam kendimi.Masumiyet Müzesini okusam tekrar,Üç Silahşör'leri.Biraz kestirsem,şapkaları tüylü şövalyeler,şatolar,unutulmuş bahçeler görsem rüyamda.Geçmişi özlesem,geleceği merak etmesem!Onur olduğumu,adımı unutsam.!Dalların hışırtısını duysam yalnızca.Uzaklardan bir adam eğilip topladığı üzümleri sepete doldursa.Sürahiden yanımdaki bardağa limonata doldurup içsem.Sahaflardan alınmış kitapların satırları arasında benden önceki sahibinin çizdiği çizgileri görüp,onun nasıl bir insan olduğunu altını çizdiği cümlelerden anlamaya çalışsam.Hamaktan inip ağaca tırmanmayı geçirsem aklımdan,o ağaçlara tırmanırken duyulan sevinci hatırlasam.Bir sincap tedirgin,meraklı gözlerle atlasa dallardan.Kimse için üzülmesem,kimse benim için üzülmese.Hamağın içinde usul usul sallansam.Unutsam başka insanları,ayrılsam onlardan,nasıl yaşadıklarını ve nasıl öldüklerini merak etmesem.Guguk kuşunun guguklarını saysam.Kapakları solmuş o eski kitapların içine dalsam tekrar.Savaşlar,ölümler,ihanetler,kederler yalnızca kitapların içinde olsa;hayat kitapların arasına çekilse.Kimse bana bir şey sormasa.Ben kimseye bir şey söylemesem.Kalın gövdeli,uzun ve yaşlı ağaçların gölgesinde,unutulmuş eski bir ağaç gibi yatsam.Başucumda bir sürahi limonata,bir yığın kitap olsa.Kadınım arada bir gelip ne yapıyorum diye baksa bana.Gözlerinden öpsem nazikçe.Koynuma alıp,boynuna sarılsam..
Usul usul sallansam hamakta.
Sessiz,serin..
Sevdiğim yanımda,
ve uyusam orada...







7 Şubat 2015 Cumartesi

Ve Her Şey Biraz Yalnızlığa Çıkar..!





Sessiz ve mükemmel bir gece.Ve biri eksik!Biri her zaman eksik;biri,geldiğinde bile eksik.Öyle eksildik ki yaşarken,bize dokunan her şeyi eksiltiyoruz.Yalnızlığımızla çoğalıp kalabalığımızla eksiliyoruz.Ve öylesine kalabalık ki yalnızlığımız ne yana dönsek kendimize çarpıyoruz.
Hayat bize hep aynı şeyi öğretiyor:'Mükemmel biri yok.' 
Hepimiz kendimizde olmayanı arıyoruz.Ve hepimiz ancak kendimizde olanı buluyoruz.
Gökyüzü karanlık ve yıldızlar parlıyor.Dürüst olduğunu söyleyenlerden mi korkmalıyız yoksa yalancı olduğunu söyleyenlerden mi?Kendimizi kimden sakınmalıyız?Ve kendimizi sakınmalı mıyız?Neden dürüst birine,güvenebileceğimiz birine bu kadar ihtiyacımız var?Kendimize ve dürüstlüğümüze güvenemediğimiz için mi?Bizi dürüstlüğün gerçekten var olduğuna inandırması bizi de dürüstlüğün güvenilir sularına çekmesi için mi insanlara dürüst olmaları için yalvarıyoruz?Hiç yalan söylemeyen belki de başkasının yalan söyleyebileceğini hiç düşünmez.İhaneti aklından geçirmeyen,başkasının da ihanetinden o kadar kuşkulanmaz...
Ve ne kadar kalabalık yalnızlığımız.Herkeste kendimize çarpıyoruz.Sessiz sakin ve mükemmel bir gece.Ve ne kadar kalabalık yalnızlığımız.Ne tarafa dönsek kendimize çarpıyoruz.Kendimizle her karşılaştığımızda sevimsiz bir yabancı görmüş gibi başımızı çeviriyoruz,kendi yüzümüze yerleştireceğimiz bir başka yüz arıyoruz. 'Bu değil benim yüzüm!' diyoruz,'bu olmamalı!' 
Kendimizin çocuğu gibiyiz,her gece kendimize kendimizle ilgili bir masal anlatıyoruz;bir prens oluyoruz,bir prenses... Peki,ya kendimize ve sevdiklerimize anlattığımız o oymalı masallar,içimizi serinleten o 'BEN FARKLIYIM' inancı.!

Şöyle mi demeliyiz:
'Ben farklı değilim ve kimse farklı değil.'' 
Acaba onun için mi filmleri ve romanları seviyoruz,bize farklı olanları anlattıkları ve bizi farklı birilerinin de olabileceğine inandırdıkları için mi?

Bu sorularla ne kadar yalnızız.

Ve ne kadar kalabalık yalnızlığımız...!






1 Şubat 2015 Pazar

Bazı Şeyler İspat Gerektirmez Azizim...!





Diyordum ki:

''Ya,hayattaki bazı şeylerin yokluğu diğerlerine benzemez.Her şeyinin tam olduğunu sandığın anda bir hiçlik duygusu yüreğinin tam ortasında peyda oluyorsa ve suratındaki gülümsemenin sahteliğinden korktuğun için bakamıyorsan aynalara;kendini kandırmaktan başka bir şey yapmıyorsun arkadaş.Şu hayatta insan kendini aldatmaktan başka ne yapıyor ki zaten? Sahte mutluluk edinmek itiyadı insanlığın en eski uğraşı.Gerçek mutluluk ise kendini bir başkasının sevgisine bırakmakta!.Ama öylesine bırakmaktan bahsetmiyorum;ölürcesine lakin daha bir yaşamaklı! 'Ben ne yapıyorum,niçin yaşıyorum?' diye sorduğunda kendine,senin yaşama sebebinin tek gayesi olacak kadar güçlü biri..Hemde ne güçlü..! Böyle olmadığında günler her gün izlenen sıkıcı bir filme dönüşür. Bu sonuca nasıl vardığımı merak edenler olacaktır elbet,o vakit söyleyeyim:Yaşanmışlıklar.! Kimsenin bilmediği,bilmesine izin vermediğim o hoyrat zamanlarda yaşanılan hoyrat duygular.'' Bu sözlerim üzerine çok sevdiğim bir dostum; 'bunları benim gibi birinin nasıl bildiğine şaşırdığını,benim bir kadını gerçekten sevebileceğime inanmadığını,herhangi bir duygusuz cisimden farkım olmadığımı!' söyledi... 
Güldüm!Hemde ne güldüm!Görmeliydiniz,kahkahamla inlettim etrafı! Siz okuyanlar yahut gelecekte okuyacak olanlar,söyleyin;ne demem gerekirdi? Belkide kendisini benim 'arkadaşım' sandığını lakin durumun hiçte böyle olmadığını kanıtlamak için zamanında birisinin tüm sevmek duygularımı canlandırıp sonra hepsini topyekün ateşe verdiğini,bunu yaparken de öldürmeyi iş edinmiş bir soğuk kanlı seri katil umarsızlığı ile rahatça yaptığını,sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali bundan sonra kimseye kendimi her şeyimle sevgisine bırakmayacağımı lakin buna rağmen sevmeye-sevilmeye inancımın ebedi olduğunu,benimde her seven gibi sevilenin bir gülüşüyle zihnimdeki en güzel kelimelerin sıraya geçtiğini,herkes kadar yahut kimsenin sevemeyeceği kadar sevdiğimi söylesem,sanırım duygusuz cisim benzetmesinden kurtulur ve onun beni 'arkadaşı' olarak hiçte tanımadığını gözü önüne sererdim.
Ama ne gerek var ki? Hiçbir zaman kimseye kendimi kanıtlama ihtiyacı duymadım.
Bazı şeyler ispat gerektirmez.

Sevmişsen,sevmişsindir...