23 Mart 2015 Pazartesi

Yine Mi Aynısı...!





Uzun zamandır kendimi yaşamak hissiden mahrum bırakan geçmişin durmadan kanayan yarası,artık sadece bir iz olarak kaldı dokunduğu yerde.Her yeni sevginin bir ihtimal yeni acılara gebe olduğunu bildiğim halde,korkmadan kendimi azat etmek istiyorum.Yine kendimden nefret ediyorum.Sil Baştan filmindeki Joel'in kendinden nefret ettiği tren istasyonu sahnesindeki o etkileyici özeleştiri repliği geldi aklıma: 
'Neden bana birazcık ilgi gösteren her kadına aşık oluyorum..'
Bu itiyadın bende de olduğunu artık itiraf etmek zorundayım.Aslında benim cümlem Joel'in ki kadar genelleyici değil!
 Şöyle diyebiliriz belki: 

'Neden güzel gülen ve sevmesinin zor olduğunu düşündüğüm her kadına aşık oluyorum...'

Neden kendim gibi olamıyorum böylelerine?Hoşlandığım kadınların beni beğenmesi için olduğumdan bambaşka tavırlar sergilemek,bardağın şeklini alan sıvı bir madde gibi kişiliksiz yapmaz mı beni??Özbenliğim bunu nasıl kabul ediyor?İnsanlara kendimizi beğendirme arzusu kadar iğrenç bir kusur henüz yeryüzünde peyda olmadı.Ben hiçbir zaman böyle olmadım ki.!
Belki Öykü'nün karşısında ilk kez olmuştur.Yarın,cesaretim her şeyi açığa kavuşturacak.
Gariptir ki, 'Kendi kendine gelin güvey olma' durumuyla karşılaktan korkmak şurada dursun,böyle olması beni bahtiyar edebilirmiş gibi geliyor....

Görüşürüz...





15 Mart 2015 Pazar

Kendimize Ait Dar Kapılar...





Andre Gide,Dar Kapı isimli kitabında,yaşanılanın değil yaşanılmayanın hikayesini anlatır;birbirlerinin seven iki insanın bir türlü bir araya gelememesinin hikayesidir bu kitap.Ve birleşememelerinin nedeni,başkalarından ziyade kendileridir;kendi inançları,kendi korkuları önler onların aşklarının ifade edilmesini.Koca bir hayatı,istediklerini yapamayarak geçirir kitabın kahramanları.Yaşamak istediklerimizle yaşayabildiklerimiz arasında ortaya çıkan büyük uçurumun esas sorumlusunun aslında kendimiz olduğunu anlatır kitap.Bütün kitap boyunca okuyucu hep aynı isyanı hisseder;'Söyleyin artık!Neden duygularınızı gizliyorsunuz?' diye bağırmak ister.Ama kitabın kahramanları,kendi yaratıktıkları o 'Dar kapıdan' geçemezler bir türlü,orada sıkışıp kalırlar.Herkesin hayatı,dar kapılarla çevrilmiştir aslında.Rahatlıkla geçip feraha ulaşacağımız birçok kapıyı,kendi inançlarımız,korkularımız,endişelerimizle daraltıp kendimizi kendimize tutsak ettiğimizi çok geç fark ederiz.Yaptıklarımızdan ziyade yapamadıklarımızdan daha çok pişman olmamızın gizli nedeni de budur zaten;yaptıklarımızın sonuçları kötü çıksa da,çıkan sonuçlarla bizimle birlikte başkaları da sorumludur,başka birilerinin iradesi işin içine girmiştir,pişmanlığımızı ve öfkemizi başkalarının üstüne yıkabilir,pişmanlıktan kendi payımıza düşeni azaltabiliriz.Ama yapamadıklarımızdan duyduğumuz pişmanlıkların bizden başka sorumlusu yoktur;bizden başka bir suçlu bulamayız,o pişmanlığı tek başımıza sahiplenmek zorunda kalırız.Kendi geçmişimizden geleceğimize uzanan yolda karşımıza çıkan dar kapıları neden aşamayız,neden takılır kalırız orada?Neden bir türlü istediğimiz gibi yaşayamayız?Neden ıslak bir kil parçası gibi elimizde duran hayatımızı şekillendirirken,bir yerinde takılır ve onu istemediğimiz bir biçimde şekillendiririz,kendi isteklerimizden daha önemli ne olabilir ki?Korkularımız elbette.Çekiceğimiz acıdan korkuyoruz.Dar kapılardan geçemediğimiz,yaşayamadığımız için pişman olacağız.Bizi bekleyen pişmanlık olduğunu biliyoruz.Yaşadıklarımız olmayacak pişmanlığımız,yaşayamadıklarımız olacak.Nasıl yaşayacağımız cevabını yine kendimiz bulacağız.Bu dar kapılardan nasıl geçeceğimiz kendimiz kendimize öğreteceğiz.Ve bir sabah kalktığımızda denemekten korkutumuz için geçemediğimiz dar kapıdan sonunda geçtiğimizi görüp, 
'İyi ki de..' diyeceğiz, 'İyi ki de denemişim...' 
İşte,o zaman bahtiyar olacağız.

Her şey bir adımla başlar... 




9 Mart 2015 Pazartesi

Belki De...




Bazı sevgiler vardır sadece bazı insanların başına gelen.Bu sevgi o kadar şiddetlidir ki,sevilenin senin hakkında ne düşündüğü umurumda olmaz bile.Sadece seversin;taparcasına dediklerinden!Bu tapmak hissi çok az insana çok az zamanlarda olur.Sen böyle olmasını istemezsin,bir bakmışşsın,olmuştur.Artık sen,eski sen değilsindir!Sabahlar daha bir aydınlık,geceler daha bir yakıcı gelir insana.Bir tek o vardır,her şey onunla ilgili. 'Yaşamayan bilemez!' derler ya hani,işte öyle bir şey;ne kadar anlatsan boştur yüreğinin her zerresiyle sevmeyene.Erdoğan,o anlar beni!Bende onu çok iyi anlıyorum.Görüyorum çünkü,bir gülüşü dahi bahtiyar ediyor onu. 'Birgün..' der Erdoğan, 'Birgün,romanlarda anlatılan aşkların gerçekçiliğine inanacağım hiç aklıma gelmezdi.O saf sevgilerin hep kitaplarda olduğunu ve öylede kalacağını sanırdım.Hatta gülerdim.Yoktur ki böylesi der,o yüzden insanları olabileceğine inandırıp,boş yere hayaller kurdurduğu için kızardım.Ama varmış be Onur!Yeliz'i görmeden büyük konuşmuşum..'
Bu söyledikleri normal birisi için anlamsız hatta aptalca gelebilir.Ama ben onu o kadar iyi anlıyorum ki,her cümlesinin sonunda sözünü kesip,heyecanla 'Evet,evet doğru!Aynen öyle.Bende bir zamanlar böyleydim...' demek geliyorsa da içimden,susup onu dinlemeyi tercih ediyorum.Çünkü,kimse kendisinin sevdiği gibi bir başkasının da öyle büyük sevebileceğine inanmaz..En kutsalı,en büyülüsü,en erişilmezi onun sevgisidir ve kimse sevgisiyle boy ölçüşemez.Ne haddine ki birisileri böyle sevsin!Ne menem şey şu aşk denilen olay!Aslan gibi adamı uslu bir kuzuya çevirdi. 'Söyleyeceğim!' dedi sonra, 'Yakında hissetiğim her şeyi bir bir anlatacağım!Yoksa sevmek derdi beni öldürecek...' Tabi ya,Yunus Emre ha! 
'Sevdiğimi söylemez isem sevmek derdi beni öldürür.' demiş Yunus Emre.
Sonra almış eline sazını yüreğini seslendirmiş:

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni... 

Herkes hayatın bir yerinde Yunus Emre oluyor.Yoksa sevmek derdi öldürüyor.Erdoğan,sevgisini söze fazla gerek kalmadan simgesel bir hediye alarak anlatmayı düşünüyor. 'Misal!' diyorum, 'Kolye.' diyor. 'Niye kolye?' diyorum, 'Aklıma ilk o geldi.' diyor ve soruyor: 'Sen ne yapardın?' Zor yutkunuyorum.Bir anda  sıcak basıyor. 'Ben' diyorum,sonra yalan söylüyorum:'Ben kolye hediye etmezdim.'Kimi kandırıyorum ki?Aynen öyle yapmıştım.Kolye vermiştim.Üstelik o bir yadigardı bana dedemden.Sonra bir an o kolyenin durumunu düşünmeye dalıyorum.Nerededir kimbilir? diyorum kendime.Belki bir sabah diyorum,uykusudan kalktığında yanıbaşındaki komodinin içinden bir şey alacakken onu görüyordur.Eline usulca alıp kolyeyi,o günü düşünüyordur belki.Karşısında titreyen elleri ve yalvaran gözleriyle beni anımsıyordur. 'Aptal' diyordur sonra,hodbin bir gülüş ardından.Bir koşu mutfağa gidip umursızca çöpe atıyordur.Geçmişin üzerine bir çizgi böylece.Sonra o kolye bir çöp arabasının içinde eziliyordur.Uzak bir noktaya götürülüyor,orada azat ediliyordur sonunda.Satacak bir şeyler bulmak için çöpün içinde dolaşan yoksul bir çocuk güneşin yardımıyla onu buluyordur.Parlaklığından dolayı iyi para eder diyordur.Satıp,bir güzel ziyafet çekiyordur kendine. 'Vay keriz,' diyordur, 'Atılır mı böyle şey?'
Ben aynı anda hem 'Aptal' hemde 'Keriz' oluyorumdur....

'Daldın?' deyince Erdoğan, 'Olsun,hiçbir şeyden pişman değilim.' dedim yanlışlıkla.Şaşırdı tabi.Durumu toparlamak için 'Ee,karar verdin mi?' diye sordum.Değişiklik yok, 'Hala kolye almayı düşünüyorum.' dedi.
' O zaman' dedim Erdoğan'a,

'Hem aptal hemde keriz olma riskini göze almalısın...'






3 Mart 2015 Salı

Kadınların Gizli Dili...



Bir kadın, 'Ben üşüyorum!' dediğinde,bunun cevabının 'Üsütüne bir şey al' 'İstersen bir taksiye binelim!' yahut 'Zaten eve geldik ' türünden bir söz olmadığını,'Üşüyorum' dediğinde kadının 'Bana sarılsana' demek istediğini ve ona sarılmak gerektiğini öğrenmek epey zamanımı aldı.Sanırım binlerce yıl boyunca isteklerini açıkça söylemelerine izin verilmediği için 'Gizli bir dil' geliştirme zorunda kalan kadınlar,bu kadar basit bir şeyin erkekler tarafından neden anlaşılmadığını,niye 'Emeceklerine üflediklerini' hiç anlamazlar.Erkeklerin,bakkal dükkanın arka tarafındaki salak küçük oğlana benzediğini düşünürler: 'Anlayışsız ve beceriksiz salaklar.'
Ben ne zaman bu konuyu düşünsem aklıma hep Amarcord filmindeki o sahne gelir.Koca memeli bakkal kadın,köyün ufak oğlanlarından birini bakkal dükkanın arka tarafına çeker.Hayatında hiç çıplak kadın görmemiş oğlanın meraktan ve heyecandan faltaşı gibi açılmış gözleri önünde o inanılmaz büyüklükteki memelerini çıkartır ortaya.Kendisine bakan küçük oğlanın ağzına verir memelerinden birini.Ve öfkeyle azarlar sonra oğlanı:
-Üflemeyeceksin salak,emeceksin....
Kadınlarla erkeklerin konuşmalarının bir yerinde hep,'Üflemeyeceksin salak,emeceksin!' tuhaflığını yaşadığını düşünürüm.Kadınların bir şey söylediklerinde aslında başka bir şey söylemek istemiş olabileceklerini kendim mi fark ettim yoksa bunu bana bazen usulca bazen sabırsızca sözleriyle kadınlar mı öğretti,şimdi tam çıkaramıyorum!Sevgi ve şefkat eksikliğine hiç tahammül edemeyen,bunların 'açıkça' söylenerek elde edilmesinin ise el edilenin değerini düşüreceğine inanan kadınların niye isteklerini düpedüz söylemedikleri ise birçok erkek için hep bir sırdır.Duygularını göstermenin kadınlara özgü bir davranış olduğunu sanan erkekler,açıkça sevgilerini ve şefkatlerini göstermekten hep utanırlar.Farkında olmadan,onlar,bu duyguların gösterileceği tek yerin yatak odası olduğuna inandıklarından,kalabalıkların içinde sevgi ve şefkat gösterdiklerinde,herkesin seyrettiği bir yerde sevişiyorlarmış  hissine kapılıp tedirgin olurlar.Erkekler için duygular,kapalı yerlerde yaşanması gereken 'mahrem' şeylerdir;kadınlar ise bunu hayatın her anında yaşanması gereken bir şey olduğunu düşünürler.Hemen hemen hepsi gizli bir 'derebeyi' olan erkekler,kadınların her istediğinde,her talebinde bir isyan,bir başkaldırı hatta bir hakaret görürler.Erkeklerin bekledikleri,kadınların 'üşümeleri' yahut 'acıkmaları' değil,erkeğin yanında soğuğu ve açlığı hissetmeyecek kadar kendinden geçmiş bir aşka kapılmaları ve bu aşkı taleplerini dile getirmeyerek göstermeleridir.Galiba o yüzden,erkeğin biraz kadınsallaştığı ve duygularını alabildiğine özgür bıraktığı aşkın ilk günleri geçtikten ve erkek yeniden erkekliğine döndüğünde,kadınlar 'üşümeye' başlar.Artık erkeğin her davranışı ince eleklerden geçirilip,onun sözlerinde ve davranışlarında 'sevgisizlik' işaretleri tek tek saptanır.
Ve o gizli dil daha sık ortaya çıkar.Kendilerinden yakınırlar önce,'çok şişmanladım,çok yaşladım,çok çirkinleştim!' bunları ne söyledikten sonra erkeklerin ne söyleyeceklerine,ne yapacaklarına bakarlar.Kendilerine büyük bir ilgi eksikliği olarak gözüken o anlayışsızlıkların,artık eskisi kadar beğenilmemelerinden yahut sevilmemelerinden mi kaynaklandığını anlamaya uğraşırlar.Baştan savma verilecek bir cevap,bakkal kadının öfkeli tepkisini hakeder:''Üflemeyceksin salak,emeceksin..'' Ama erkekler bu durumlarda genellilkle üflerler. ''Yoo,hiç de şişmanlamadın!İyisin,biraz kilo aldın belki ama önemli değil..!'' 
Bu yakınmalara onlara manasız ve çocukça gelir.
Kadınlar ise sinirlenmeye başlar: 'Sen beni eskisi kadar sevmiyorsun.'
Bunun cevabı elbette,'Nereden çıkardın bunu,tabi ki seviyorum' değil,sıkı bir sarılış ve iyi bir öpüşmedir.Bir şeylerin yanlış gitmeye başladığını gören erkek,güzel bir hediye almanın ya da daha kestirmesi 'Biraz para vermenin' zamanı geldiğini düşünür.Dolayısıyla erkek için sorunun tedavisi öpüşmede değil,paradadır.Kabul etmeli ki,kendi değerini,gizliden gizliye kendine verilen parayla ölçmeye yatkın kadın için yapılacak 'fedakarlığın' miktarı bir zaman işe yarar,kadın,'Salağın' duygularını böyle ifade etmeye çalıştığını anlar.Ama hediyelere ve paralara çabuk alışılır,sarılışların ve öpüşmelerin özlemi yeniden başlar.Neticesinde kadın tekrar 'üşümeye' başlar.
Bunları nereden mi biliyorum?Görüyom.Belki de şuanda bir ilişki içinde olmadığım için kadınları tarafsız gözle daha iyi okumam olabilir.Onlar başımıza gelmiş en güzel yaratıklar.Onları tanıyıp,taleplerini gerektiği gibi en iyi şekilde yerine getirmek her erkeğin görevi.
Benden söylemesi...