Merhabalar efenim!Biliyorum,uzun zaman oldu yazmayalı.Ne deseniz haklısınız!Ama sizde hak verirsiniz ki havalar ve sular ısındı,insanlar soyundu,bikinili hatunlar arz-ı endam etmeye başladılar ve her şeyden önemlisi eşsiz güzelliği kadar vefasızlığıyla da ünlü İstanbul şehrimiz tüm tarihi ve mavinin en güzel tonunu taşıyan deniziyle beni kendisine çağrıyordu.Ne yapsaydım yani,öylece oturup depresif bir halde bilgisayar başında mı vakit geçirseydim?Bana kırgınlığınızın biraz olsun geçtiğini hisseder gibiyim!Öylseyse,bırakın da kendimi tam olarak izah edeyim.
Kendimi ramazan ayından sonra turist ilan ettim!İstanbul'a ilk kez gelen bir Koreli gibi keşfedeceği şeyler adına heyecanlı hissediyordum.Bildiğim yahut bilmediğim her şeyi tek tek ayrıntılarıyla keşfetmeye karar verdim.Diyeceksiniz ki, 'Yahu Onurcum,son cümlende anlatım bozukluğu var.Bildiğin şeyi yeniden keşfetmekten söz ediyorsun.Nasıl iş?' Saygı duyarım bu sorunuza.Hatta müteşekkir olurum çünkü bu ilgiyle okuduğunuzu gösterir.Ama yanılıyorsunuz.Bir şeyin ne olduğunu bilmek,o şeyi keşfetmek demek değildir.Keşfetmek,bulduğun yahut gözlemlediğin şeyin dünyasında hissetmektir kendini.Kuru bilgi sizi sadece cehaletten kurtarır.Ama o bilginin içini doldurmak hissetmekle başlar.Misal,Mimar Sinan'ın Hürrem Sultan'ın kızı olan Mihrimah Sultan'a büyük aşkından dolayı yaptığı Mihrimah Sultan Külliyesi hikayesini bilmek,cehaletinizi görünmez kalır.Ama o hikayeyi ancak gidip görerek,Mimar Sinan'ı sanki külliye inşasında çalışıyormuş gibi duyduğu heyecanı zihninizde tasvir ederek izlemek,sizi doyumsuz keşfe çıkarır.Bende yıllar sonra tembelliğimi bir yana bırakıp,Sunay Akın üstadığımızın 2005'te açtığı Oyuncak Müzesi'ni sonunda keşfetme fırsatı buldum.Özellikle de 'Şarlo' karakteriyle herkesin gönlünde taht kurmuş Charlie Caplin'in ilk oyuncağını birebir görmek,o oyuncağın Oyuncak Müzesine gelene kadar geçirdiği maceraları yanıbaşında düşünmek beni fevkalade heyacanlandırdı.
İzninizle biraz müzeden bahsedeceğim...
Efenim,yaklaşık bir aydır profesyonel fotoğraf makinemle ve her gün değişen farklı arkadaş grublarıyla karış karış İstanbul'u geziyorum.Birçok yer gezdim ama dediğim gibi size Oyuncak Müzesinden bahsedeceğim.Henüz kış uykusundan uyanamamış ilkokul arkadaşım Mehmet'i yanıma alıp,Anadolu Yakasına-Göztepe semtine gittik.Mesele buradan sonra başlıyor.Müze öyle bir ara sokaktaki,bulması biraz sabır gerektiriyor.Hele ki Anadolu Yakasına gidiş sayınız bir elin parmaklarını geçmiyorsa!İşin garibi,metrodan indiğimizde duraklarda,marketlerde,taksi duraklarında gördüğümüz insanlara yol güzergahını sorduğumuzda on farklı yol tarafi aldık.Misal,bir taksici amcanın, 'Yeğenim oraya gitmesi zordur!Otobüsler gitmez.En iyisi atlayın ben sizi götüreyim!' demesi bize dürüstçe görünmüştü lakin arkadan gelen bir genç arkadaşın sesi yanıldığımızı ispatladı: 'Gençler,şu yolu takip edin.Oradan otobüslere binebilirsiniz.Yürüyebilirsiniz de pek bir mesafe yok zaten.!' demesi bizi hem sevindirdi hemde üzdü.Parayı insalığınızdan önde tutarsanız,her zaman kaybedersiniz.Hemde galibiyet içinde mağlup olursunuz.O dolandırıcı amcanın yüzü yalanı ortaya çıkınca biraz bozulmuştu.Ama eminim ki utancından değil,oyunu bozulup cebi para göremediğinden.Ne diyeyim,yavşağın tekiymiş kendisi!Neyse,otobüsü uzun uzun bekledik,lakin beklediğimiz hattın otobüsleri gelmedi.Bizde hasbelkader yollara koyulduk.Güneş tam tepede bizi kavururken,kendimizi bedevi gibi hissetmememiz kaçınılmazdı.Sorduk,levhaları takip ettik,yanlış tarifler aldık,geri yürüdük ama sonunda bulduk.Tabi ilk şüphe ettik,hatta Mehmet:'Ulan bu serap falan olmasın.Sıcaktan beynimiz eridi.' dediğinde bende bir şüpheye düşmedim değil hani.O yüzden hemen fotoğraf makinemi çantamdam ivedi bir şekilde çıkarıp,fotoğrafını çekerek serap görmediğimizi makinenin yardımıyla teyit ettik.
İşte,o teyitlik fotoğraf..!
Bende hemen bu ölümsüz an içinde olmalıyım deyip,attım kendimi girişin merdivenlerine!Kurşun askerle muhabbet ediyorken çekmediği iyi olmuş.Bu ve diğer fotoğrafların üzerine tıkladığınızda büyüyor resim.Neden mi bunu söylüyorum?
Hem daha ayrıntılı bakabilirsiniz hemde askerin bacağının siyah bölümünde üç kelimeden oluşan giriş cümlesi vardır.
Muhtemelen göremeyeceksiniz ama yinede deneyin...:)
Soluklandıktan sonra sonunda oyuncak dünyasına girdik.Bize ilk tavan arasından başlamamızı
önerdiler.Biz aksi adamlar olduğumuz için en alt kattan başladık.
Tuvalet bölümünden yani...
Burası müzenin tuvalet bölümü.Ama son derece iyi tasarlanmış.Kendinizi bir çizgi filmin içindeymiş gibi hissediyorsunuz.Ben kendimi Süngerbob gibi hissetim...
Hadi dedik!Tavsiyelerine uyalım.
Hemen tavan arasına attık kendimizi.Bununla karşılaştık...
İnanılmaz bir nostalji!
Kolumu yasladığım tahta at ve onun önündeki tarihi bisiklet sizi zaman yolcusu gibi hissettiriyor...
Tam tavan arasından inmek
üzereydik,bir de ne görelim?Tavan arasının vazgeçilmez yaratığı fare!Annem görseydi kesinlikle oyuncağından bile korkup,oradaki langırtla farenin canını yakardı.Yahut öyle yaptığını sanırdı demek daha doğru olur .. :)
Ama tabii ki benim aklımda hep Şarlo bebeğini görmek var.Sabırsızlanıyorum,heyecanlıyım ama ona gelmeye daha var.
Devam edelim bakalım.
1933 yılında,Nazi Almanya'sında üretilen oyuncak askerler....
Tarihçiler 2.Dünya Savaşı'nın 1 Eylül 1939 tarihinde Alman ordularının Polonya'ya girmesiyle başladığını söylerler.Oysa ki Hitler ilk önce bu oyuncaklarla çocukların düşlerini işgal etmiştir.Oyuncak askerlerle oynayan çocuklar,2.Dünya Savaşı başlayınca bu oyuncakların yerine geçtiler.
Geriye gözyaşı,hüzün ve kırık oyuncaklar kaldı...
(Bizzat kendi objektifimdendir)
ABD yapımı B-29 tipi bombardıman uçağı,6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima'ya ve 9 Ağustos 1945 tarihinde Nagazaki'ye atom bombasını atan uçaktır.Bombardıman sonucunda 2 kentte yaklaşık 200.000 insan hayatını kaybetmiştir.
Efenim bu da,Ağustos 1945'te,Hiroşima'ya atılan atom bombasının yıktığı bir ilkokulun eriyen pencere camları ve geriye kalanlar...
Japonlar için çok değerli olan bu objeler,2010 yılında Japon devleti tarafından Hiroşima'ya davet edilen Sunay Akın'a,savaşların gerçek yüzünü unutturmamak adına ve bir daha böylesi acıların yaşanmaması dileğiyle İstanbul Oyuncak Müzesi'nde sergilenmesi için verilmiştir.
Apollo 15 uzay aracı,26 Temmuz-7 Ağustos 1971 tarihleri arasında gerçekleştirdiği uzay uçuşunda,bu Türk Bayrağı'nı da kumanda modülünde taşımıştır.Uzayda 295.2 saat,ayda 3 gün kalan ve toplam 1.4 milyon mil uzay yolculuğu yapan tarihi Türk Bayrağı,ABD'de yaşayan iş adamı Ekmel Anda tarafından bir Amerikalı koleksiyonerden satın alınarak Oyuncak Müzesi'ne bağışlanmış.
İnsanın Ay'a ulaşma serüveninde en önemli adım 1920'li yıllarda atılmıştır.Bu yıllarda,Amerika Birleşik Devletleri'ndeki çocuklar uzay konulu oyuncaklarla oynuyorlardı.O çocuklar ki 1950'li yıllara gelindiğinde uzay araştırmalarının yapıldığı NASA'da görev aldılar.1920'li yıllarda oyuncaklarla çocukların hayallerine,oyunlarına uzayı hedef olarak koyan bir ülkenin Ay'a bayrağını dikmesine raslantı diyemeyiz.Bu gerçek,oyuncağın uygarlık tarihindeki önemini gösteren somut örneklerden yalnızca biridir...
Burada Mehmet'e uçakları tanıtıyordum.
Tabii ki hiçbir bilgim yok... :)
Bu oda ise sihirli gibidir.Oradaki tren istastonundaki çalışan insanlara dalıp gidersiniz.
1920'ler,Almanya...
=======================================================================
=======================================================================

Veee o beklenen an geldi.!
Charlie Chaplin Oyuncağı.
Hikayesi şöyledir efenim!
1920'li yıllarda,New York'un köylerinden Saranac Lake sakinleri,açmayı düşündükleri anaokulu için,gelir sağlamak amacıyla bir halk pazarı kurmaya karar verirler.Pazardaki satışlardan elde edilen gelir,anaokulunun yapımında kullanılacaktır.Bu hayır girişimine duyarlılık gösteren Emma Moris,kocası William'dan bütün arkadaşlarına,hatta özellikle ünlü olanlarına mektup yazarak,pazar yerinde satılmak üzere uygun gördükleri eşyalarını göndermelerini rica eder.Kısa bir süre sonra,William'ın gönderdiği mektuplardan birine Hollywood'dan yanıt gelir:
''Sevgili Morris,bu güzel kampanyanızda size yardımcı olması için,bana çok benzeyen bir oyuncağı ve yanında da imzalı fotoğrafımı gönderiyorum.''
Mektubu gönderen William Morris'in yakın arkadaşı Charlie Caplin'dir.!
Sessiz sinema döneminin ünlü sanatçısı Charlie Chaplin'in bebeği,geldiği ilk günden itibaren pazarın gözdesi olur.Oyuncak sayesinde tezgahlardaki tüm mallar satılır.Gösterilen bu büyük ilgi üzerine oyuncak,açık arttırmada 500 Dolar'a alıcı bulur.Oyuncağı satın alan,eski dostundan gelen bu güzel ve anlamlı hediyeyi kimseye kaptırmak istemeyen William Morris'tir.
Emma ve William Morris öldükten sonra varisleri oyuncağı Saranac Lake kütüphanesine bağışlar.Çocuklara okuma sevgisi aşılaması amacıyla bağışlanan Şarlo bebeği,burada da oyuncağı görmeye gelenlerin aldığı kitaplar sayesinde kütüphane büyük gelir sağlar.
Oyuncak,1970 yılında bir hayır kurumuna devredilir ve açık arttırmaya çıkartılarak yeni sahibi ile buluşur.
İşte,oyuncak ve sinema tarihinin bu eşsiz eseri,2013 yılının Aralık ayında,ABD'de düzenlenen bir açık arttırmada bu kez İstanbul Oyuncak Müzesi'nin kurucusu Sunay Akın tarafından satın alınır.Böylelikle oyuncak,Şarlo karakterinin doğuşunun 100.yılı olan 2014'te,İstanbul Oyuncak Müzesi'nin ziyaretçileriyle buluşur...
Bu ve daha fazlası bende mevcut olmasına rağmen paylaşmayacağım.
Görmek isteyene müze pazartesi günleri hariç hergün açıktır efenim...
Umarım keyif almışsınızdır...
Benden bu kadar.... :)