6 Ağustos 2015 Perşembe

Zor İş Unutmak...






Bilim insanları,duygusal hafızamızda birikenleri unutmak için harcadığımız çabayı övgüye değer bulalı çok uzun zaman olmadı.Tarihte insanlar unutmak için kirpi kanıda içti,kertenkele de yedi,işkencede gördü,tıbbı deneylere de maruz kaldı.Nöropsikiyatri uzmanı Anna Novicka 2010 yılınd arkadaşlarıyla birlikte Oxford Üniversitesi için yaptıkları bir araştırmada şöyle diyor, ''Duygusal verileri unutmak beynin sağ tarafını ilgilendiren ağır bir nöral işçilik gerektiriyor.'' Unutma gayreti beynimizi başka işlerle uğraşmaktan alıkoyarken,kolumuza giriyor.Yaşam boyu bu kötü arkadaş hatıralarımızı elimizden alırken,ona ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda ortalardan kayboluyor.Önce ölüm korkusunu unutuyoruz,sonra da bize değen insanları,acıtan olayları,iyiliği ve en sonunda da kendimizi.Unutuyoruz derken,hiçbir zaman tam olarak değil.Nietzsche unutmak üzerine yüksekten uçuyor ve anlatıyor, ''Kötü bir hafızaya sahip olmanın avantajı,aynı şeyleri yapmaktan hep büyük bir zevk duyacak olmanız.'' Unutmak sanatçının üretim kaynaklarından biri gibi görünürken,aslında sanatın ta kendisi oluyor.Üstelik kendi kuramları ve teorileriyle bir iç çekiş gibi gelip oturuyor boğazımıza.Gabriel Garcia Marquez, ''Aşk ve Öbür Cinler''de sevgiliye,''Seni unutmama izin verme'' diye çağrıda bulunurken,geçmişin zaman içinde-yok olmasa da-bir süreliğine kaybolmasından doğan karanlık Turgut Uyar'ın Göğe Bakma Durağı'ndaki dizesiyle geri aydınlanıyor: ''Durma,kendini hatırlat.'' Unuttukça derisi kalınlaşıyor insanın.Defalarca yazılıp silinmiş bir tahta gibi,izlerinin üzerinden geçiliyor,eski harflerinden yeni harfler türetilmeye çalışılıyor.Her yazı yüzeyinde biraz daha birikiyor,insan unuttukça kabalaşıyor ve bu uğurda verdiği emekten de yorgun düşüyor.Hayat tecrübesi denen çirkin o şey,ellerimizden akıyor,bir adamın sakallarında uzuyor,bir kadının saç diplerinde birikiyor,omuzlarımıza dökülüyor,ayaklarımızı işgal etmiş attığımız her adımda herkes tarafından görülüyor.Unutmak için gösterdiğimiz hatırı sayılır çabanın ardından vakti geldiğinde geçmişi geri hatırlayalım diye bir oda dolusu ilaç yazıyor doktorlar.Uzak anılar,yakın anılarla yer değiştirirken geriye bir tek şey kalıyor,belli belirsiz bir ifade;isteksiz,sakin ve olgun.Fuzuli,Leyla İle Mecnun'da Mecnun'u anlatırken, ''Daha bebekliğinde olgundu'' der.Onun büyük bir aşık haline geleceğinin daha çocukken müjdelendiğini anlatmak ister gibi,büyük bir aşık olmak çok matah bir şeymiş gibi.Bir o kadar büyük ayrılığın ardından Mecnun,Leyla'yı unutamadığı her gün başka bir varlığa dönüşüyor çölde,sonunda da artık Leyla'nın Mecnun'u olmaktan çıkıyor ve aşka dönüşüyor ancak artık Leyla'dan vazgeçmiş oluyor.Zira Mecnun'un aşkı ona Leyla'yı bile unutturuyor.Son noktada başkalarının neleri unuttuğuna bakarken buluyorsun kendini.En çok unutanımız en görmüş geçirmişimiz oluyor.Oysa kalbin nasıl bir yol izlemesi gerektiğini Edgar Allan Poe açıklıyor, ''Bir gün hatırlamak üzere saklamak'' aklı unutmaya ikna etmenin tek yolu.Ancak bu şekilde yeniden uyanacak gücü kendinde bulabiliyor insan.Unutmanın hayatı sürdürürken ne denli önemli olduğuna bir açıklama da Fransız ressam Henri Matisse'den geliyor.Matisse,bir ressamın herhangi bir gülü resmederken ne kadar zorlanacağını anlatıyor, ''Çünkü çizmeye başlamadan önce bildiğiniz bütün gülleri unutmanız gerekir.'' Bu bakışa göre her neye başlıyorsak başlayalım,biraz unutmak gerekiyor.Biraz unutmak beynimizin sağ lobuna,kalbimize ve etrafımıza iyi geliyor.Yine de Türkiye'de hafızamızla bunca hesaplaştığımız bir zamanda,unutmak üzerine belki de yazılmış en güzel cümlelerden biri,son söz olarak İlham Behlül Pektaş'ın kaleminden geliyor, 

''Ben seni unutmak için sevmedim.''


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder