31 Ocak 2013 Perşembe

Hayat Manifestosu...



Arada bir kendime ''Hayallerin nerede?'' diye sorarım.Ama başımı sallayıp ''Yıllar ne çabuk geçiyor!'' demekten başka çarem olmaz.Bu kez başka sorular gelir aklıma ''Peki,yıllarını ne yaptın?Hayatının en iyi yıllarını nereye gömdün?Yaşadın mı yoksa yaşadığını mı sanıyorsun?''.İçimden bir ses yükselir ''Bak,çevrende her şey nasılda soğuyor.Birkaç yıl daha geçsin koyu bir yalnızlıkla birlikte bastonuna dayanmış,titreyen bir yalnızlıkla karşı karşıya geleceksin.Ondan sonra da umutsuzluk,keder,bezginlik... Bir gün gelip hayal dünyam yerle bir olacak,hayallerim sarı yapraklar gibi bir bir dökülecek...   

                                                     Yani... Olmuyor...Kimse gelmiyor...




29 Ocak 2013 Salı

Kederli Gülüşler...




Kitaplar,hayatımın en büyük parçası;en güzel özeti.Bazen,bir cümlenin içindeyim,bazense bir sayfanın.Her kitapta biraz kendimiz varız aslında.Bazen kaçışta,bazen sevmekte,bazen sevememekte,bazen bir uykuda,bazen asil bir kadının göz yaşında,bazense örülü duvarların ardında... En çok da özgürlüğünde tutsak olmuş bir karakter de bulurum kendimi.Her şeyi yapabilmekte özgürken kendine sınır koyan bir adam;birisini çok isteyipte,bir şeyler yapmaktan korkan biri gibi.Savaş Ve Barış kitabındaki kral... bir kral,bütün asilliğini ve gururunu gözardı ederek,halkının önünde prensesin ayaklarına kapanıp ondan sevmesini istemesi;çok mu alçakça?
Başkalarının hakkında ne düşündüğünü önemsemeden,özgürce,korkularından arınıp aşk için yalvarmak; birisini niye alçak yapsın? Ancak yüceltir onu.Yüceliğin ne olduğunu bilmeyenlerse sadece gülerler.Onlar perdenin arkasından bakan,hayatı bulanık gören silik karakterli,  muhafazakar ve önyargılı insanlardır.Özgürlüğünde tutsak insanlar işte,benciller;bende onlar arasındayım.Belki benimde bir kadının ayaklarına kapanıp sevmesi için yalvarmam gerekir.O zaman özgür olduğumu,kimseyi umursamadığımı anlar mıyım,ne dersin?Bir şey aklımı kemiriyor,bir soru sadece bu.Merak ediyorum,yalnızlıktan kurtulmak için aşka boyun eğmek kaçınılmaz mı?İnsanlar bu sorunun cevabı bulduklarında,belki de mutlu olacaklardır...
                                                  
                                                            Herkese iyi geceler...

28 Ocak 2013 Pazartesi

Şimdi...





Bir şey yazmayı düşünmüyordum ama şu şiiri paylaşmak istedi canım birden.Çok içten yazılmış,yoğun bir özlem kokusu var sözcüklerde.

 ''Şimdi'' diyor, ''şimdi''...
O, ne düşünüyor?...

...........
...........


O şimdi ne yapıyor
Şu anda,şimdi,şimdi?
Evde mi,sokakta mı,
çalışıyor mu,uzanmış mı,ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
---- hey gülüm,
beyaz,kalın bileğini nasıl da çırılçıplak eder bu hareket...----

O şimdi ne yapıyor,
şu anda,şimdi,şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur,adımını atmak üzeredir,
----her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili,canımın içi ayaklar!....----
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut,insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,
şu anda,şimdi,şimdi?...


Nazım Hikmet...

26 Ocak 2013 Cumartesi

Kem-Küm...


Karnenin yanında teşekkür amaçlı verdikleri belgeden almayalı uzun zaman olmuş yahu.Bu sene keşke belge alamayanlara Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hurma yada top kek gibi bir şey verselerdi.Maksat elleri boş dönmesin eve,önemli hissetsin kendisini.Yazık size ya...! Bak görüyor musun anında karakterim değişti,içimdeki pis herif ortaya çıktı.Bu belgenin benim için tek önemi abimin söz verdiği dizüstü bilgisayara kavuşacak olmam.Aslında bilgisayar yerine parasını alıp başka bir şey mi yapsam acep?Yoo telefon almam,evde bir tane S3 var zaten;abimden çok ben kullanıyorum onu.Kıyafet almak için de harcamam hatta en son ona harcama yaparım o derece önemsiz benim için.Kıyafet almayı da giymeyi de sevmiyorum.Giymeyi de sevmiyorum derken her yere çıplak gidiyormuşum gibi oldu ama öyle değil.Mahallenin sapığı gibi anlaşılmasın sakın.Demek istediğin sık sık kıyafet değiştirmekten,her gün aynanın karşısına geçip ergen genç kız heyecanıyla ''aaa bugün bunu mu giysem yoksa bunu?'' gibi şeylerden tiksiniyorum.Şöyle söyleyeyim;iki pantolon iki tişörtle bir sene geçirdiği biliyorum ben.İlk aldığımda tişörtün rengi beyazdı;o kadar sık giydim ki hiç çıkarmadan üzerimde renk değiştirerek kırmızı-mavi gibi bir şey oldu.Her yerinde değişik şekiller oluştu,aldığımda desenleri yoktu lan tişörtün... Babama ''Uludağ'a mı gitsek acaba'' diye sordum ''Buz gibi hava,şimdi gidilir mi oraya!'' dedi ve beni kaybetti.Ona kalsa kaymaya haziranda falan gider.Geçen yaz da denize hava çok sıcak olduğu için gitmiyordu.Böyle bir anormal babaya sahibim işte.Umarım babadan oğula geçmez bu durum.
Belki de çok geçtir artık... Ben çok farklı bir konudan bahsediyordum nasıl  buraya geldim anlamadım!Hah,hediyenin parasını alıp başka bir şey yapabilir miyim diye soruyordum kendime.
Aklıma şimdilik yaratıcı bir şey gelmiyor.Şu an yapılabilecek tek şey pizza söylemek...

Hadi görüşürüz...

24 Ocak 2013 Perşembe

.....




Fare,''Ah be!'' dedi.''Gün geçtikçe küçülüyor dünya.Önceleri amma da büyüktü,korkumdan atıldım ileri,koştum;uzaklarda iki yanda uzanan duvarlar görünce sevinçten havalara uçtum.Bu uzun duvarlar da pek çabuk birbirlerine yaklaştılar ama,oluşturdukları son odaya vardım bile;bak odanın sonunda kapan var işte,böyle ilerlersem kapana yakalanacağım gündür''.

''Öyleyse gideceğin yolu değiştir''dedi kedi,sonra fareyi yedi...

23 Ocak 2013 Çarşamba

Allah Korkusu...


Öncelikle herkesin kandili mübarek olsun.Saat sabahın dokuzu ve ben her zaman ki gibi ayaktayım. Gece üçte yatağa girmeme rağmen şu saatte uyanık olmam şaşırtıyor beni.Dün gece hayatımın en şizofrenik gecesiydi. Dostoyevski'nin yazmış olduğu ''Karamazov Kardeşler'' kitabını okurken,bir bölümünde adam öldürmeye niyetlenmiş birisini vazgeçirmek amacıyla rahip şöyle bir şey diyordu: ''Bunu yapma.Tanrı seni başkalarının canını alman için yaratmadı;sana Azrail unvanı vermedi.Onun görevini neden üstleniyorsun?Tanrının gazabından korkmalısın.Herkes tanrıdan korkmalı.'' ''Herkes Tanrıdan korkmalı'' cümlesi aklıma takıldı.Kapadım gözlerimi,
uzandım yatağıma ve düşünmeye başladım bu cümleyi.İnanmayacaksınız kafamın içinde birisi vardı ve bana cevap veriyordu.Neden herkes Allah'tan korksun ki? diye sordum kendime.Mesela,
bir çocuk,o saflığı ve içinin duruluğuyla neden korkmalı ki Allah'tan?Veya hayatı işten eve,evden işe gitmekle geçen bir memur,niye korksun?Günahları ne?Bir katilin cinayet işledikten sonraki pişmanlığı Allah korkusundan mı yoksa insan korkusunda mı?Bence insanlardan çekinir çünkü,katil olmayı göze almış birisi Tanrıtanımazdır.O sadece insanlardan korkar,insanlığını kaybetmekten korkar,aynalardan korkar,insanların ona aşağılık birisi olduğunu hissettirmesinde korkar,demir parmaklıklarının arkasında kalmaktan korkar ve bu yüzden kaçar,saklanır.Yaratandan korkması gerektiğini unutur .''Herkes Allah'tan korkmalı'' cümlesinin doğrusu ''Her günahkar Allah'tan korkmalıdır.'' olmalı bence.Çünkü Allah'tan sadece günahkarlar korkar.Bir çocuk yada masum bir memur değil de,insan sıfatıyla başka bir insanın yaşama hakkını elinden alan bir katil,bir tecavüzcü yada kul hakkı yiyen birisi korkmalı yaratandan...Kısacası herkes değil,sadece günahkar korkmalı.Diğerleri de onun varlığına inanıp,kurallarına uyarak yaşamalıdır...korkmadan. 
Böyle bir sonuca vardım ben.Kimine göre yanlış olabilir ama ben böyle düşünüyorum.Tüm gece böyle geçti işte;sorular,tartışmalar...hepsi kafamın içinde oldu bitti.

Benden bu kadar,hadi eyvallah...

22 Ocak 2013 Salı

Kölelik Ve Köylülük...



En sevdiğim yazarın en sevdiğim kitabından çok beğendiğim bir bölümü paylaşmak istiyorum.

Özellikle köylü kavramını değindiği nokta takdire şayandır üstatın.
''Biz köylüleri çok severiz.Şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız...''

Oğuz Atay-Tehlikeli Oyunlar (Syf:317)

<<Ülkemiz.Ülkemiz,bazı yanlarından denizlerle,bazı yanlarından da başka ülkelerle çevrili;genellikle dört köşe,özellikle çok köşe bir kara parçasıdır.Denizlerin olmadığı yerlerde ülkemiz,noktalı çizgilerle sınırlanmıştır.>>  <<Hani,haritalardaki gibi,değil mi?>> <<Sözümü kesme.Evet,haritalardaki gibi.Ülkemiz bir haritaya benzer.>> << Kesikli,yani noktalı çizgiler neye benzer,Hikmet amca?>> <<Sözümü kesme dedim.Noktalı çizgiler bir şeye benzemez.Noktalı çizgiler,sınır olarak,sınırlarımızda bulunur.Bütün sınır boyunca uzun binalar,çizgileri;noktalar da,bunların arasına yerleştirilmiş bulunan gözetleme kulelerini gösterir.Bunlar,üstten bakılınca,haritalara benzer.Uzun binaların ve kulelerin damları kırmızı olduğu için,sınırlar,haritalarda kırmızı çizgilerle gösterilir.Biz,bu sınırlar içinde kalırız.Bundan başka,ülkemizin dört bir yanı,köylülerle çevrilidir.Köylülerle çevrili ülkemizde birçok ürün yetişir.Çeşitli iklimlerin kaynaştığı ülkemizde Akdeniz bölgesinde maki denilen kısa boylu,tıknazca fundalıklar yetişir.Sulak bölgelerde ormanlar yetişir,pirinç yetişir.Ayrıca,bir de güneşi olan bölgelerde meyve yetişir.Ülkemizde,eski çağlardan beri birçok medeniyet yetişmiştir;ülkemiz,birbirine benzemeyen birçok medeniyetin beşiği olmuştur.Bu beşikte birçok medeniyet sallanmıştır,birçok medeniyeti uyutmuşuzdur.En son kurulan medeniyet ekmek medeniyetidir.Bu medeniyetin sürekli oluşunu sağlamak için,ülkemizin birçok yerinde,buğday yetişir.Fakat,ülkemizde en çok yetişen,köylüdür.Köylü,bütün iklimlerde yetişir.Köylünün yetişmesi için,çok ekmek vermeye ihtiyaç yoktur.Köylü bozkırda yetişir,yaylalarda yetişir,ormanda yetişir,dağda yetişir,kurak iklimde yetişir,ovada yetişir,sulak iklimde yetişir.Çabuk büyür,erken meyve verir.Kendi kendine yetişir,kendi kendine meyve verir.Biz köylüleri çok severiz.Şehre gelirlerse onlarda kapıcı ve amele yaparız.Satırbaşı.Ülkemizde dağ vardır,ova vardır,akarsu vardır,tepe vardır,içi taranmış çokgenlerle gösterilen şehirler vardır,girintili çıkıntılı kıyılar vardır,çakıl parçalarına ve kuşlara benzeyen göller vardır,ağzını açmış sivri burunlu ve kuyruklu bir kurbağa benzeyen bir iç denizimiz vardır,yeşil düzlükler ve kahverengi yükseltiler vardır.Bu görünüşüyle ülkemiz,ilk bakışta,başka ülkelere benzer.Bu bakış,kuş bakışıdır.İlkbaharda ülkemiz yeşillenir;sonbaharda,eski bir harita gibi sararır,solar.Satırbaşı.Ülkemizde tarım ürünleri yetişir.
Kuru üzüm ve incir yetişir.Önce ıslak yemişler yetişir.Onları,güneş olan yerlerde kurutarak kuru yemiş yetiştiririz.İngiltere'ye göndeririz,onlar da bize gerçek gönderirler.Gerçek tohumlar gönderirler.Biz,o gerçeklerden,kendimize göre gerçekler yetiştirmeye çalışırız.Son yıllarda,kuru üzüm ve incirin yanısıra,köylü de göndermeye başlamışızdır.Bu köylüleri,önce şehirlerde biraz yetiştiririz;tam olgunlaşmadan(yolda bozulmasınlar diye)başka ülkelere göndeririz.Onlar da bize döviz gönderirler.Halk müziği göndeririz;şoför plağı gönderirler,aranjman gönderirler.Az gelişmiş ülke göndeririz;yardım gönderirler.Zelzele,toprak kayması,sel felaketi haberleri göndeririz;çadır ve heyet gönderirler.Asker göndeririz;teşekkür gönderirler.Bin zorlukla yetiştirdiğimiz değerler göndeririz;dış ülkelerde çalışan yabancı istatistiği gönderirler.Gerçek insanlarımızı göndeririz;bize oradan mektup gönderirler>>

20 Ocak 2013 Pazar

Trajik Oyun...


Herkesin istediği gibi yaşadığı o uzak ülkenin özlemini duyuyorum.Belki de bu ülke çok yakın.Uzak olduğunu nereden çıkardım?Belediye otobüsüyle filan gidilebilir oraya.Gene kapılarını çalıyorum.Soruyorum:Burada da eskiden nasıl tanınmışsam öyle davranmak zorunda mıyım? Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım:mürekkeple yazmışlar oysa.Ben kurşun kalem  silgisiydim.Azaldığımla kaldım.Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım;kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.Bana acımayın.Kelimeden önce yalnızlık vardı.Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık...Kelimenin bittiği yerden başladı.Kelimeler,yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık,kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde.Kelimeler,yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu.Yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına
geldikçe,yalnızlık büyüdü;dayanılmaz oldu.Kafamda kurulu bir makine vardı ve bu makine,durmadan,ara vermeden düşünceler izlenimler sıralıyordu.Bu makinenin idaresi benim elimde olsaydı,yalnız istediğim şeyleri,istediğim sırada düşünebilseydim neler başarmış olacaktım.Kafamda bir sürü düşünce olmasaydı,bazen benim bile beğendiğim düşüncelerle dolu olsaydı beynim,çok farklı bir insanın yaşamının içinde mutlu olurdum.Ama kaybediyorum...
Düzensizlik ve duruma hakim olamamak yüzünden kaybediyorum...

19 Ocak 2013 Cumartesi

Şöyle Böyle...


Güzel bir hafta sonuna daha gelmiş bulunmaktayız.Herkese merhabalar...Uzunca bir süredir yazmadım,farkındayım.Haklı bir sebebim var ama söylemeyeceğim.Bunu niye buraya yazıyorum bilmiyorum ama birazdan eve tesisatçı gelecek ve bende nedenini bilmediğim bir korku var.Evde tek başımayım şuan.(Bu temalı bir film izlemiştim acaba ondan mı dersin?Kocası evde yokken karısını.... neyse ya.Bu sebeple değil.)Anormal olduğumun farkındayım da,bu denli ilerlediğini yeni anladım.Yoo,yoo o olamaz!Hayır,hayır dedim!Saçmalama... Mustafa abinin çatalından dolayı olamaz bu!!!.. Evet,galiba bu yüzden korkuyorum.Benim anlamadığım niye her tesisatçı frikik vermekte ısrar ediyor?Acaba onların arasında kıdem farkını anlatmaya mı çalışıyor?Gerek çatalın görünme miktarı,gerekse kıl yapısı itibari ile tesisatçımızın hakkında bir fikir yürütebiliriz belki.O çatal görünüyorsa emin olun ki işinin eridir.Göbeğin üstüne kadar çekilmiş beyaz donun görünmesi de adamın usta olduğunun göstergesi diye düşünüyorum.Olaya diğer bir açıdan bakarsak,dürümcü çatalını görmekten bin katlı iyidir;Hiç yoktan iştahımız kaçmaz.Bu tiksindirici konuları geçiyorum...
Şöyle böyle derken,sabahları kalktığımızda offf!! puf!! çekerken,''yarım saat daha uyuyayım anne ya,ne olur?''(ben her öğrenci gibi beş dakika değil,yarım saat istiyordum.Beklentiyi yüksek tutacaksın,belki boşluğuna gelirde izin verir değil mi ama?) diye kıvranırken,otobüste değişik pozisyonlara girerek yolculuk ederken,sınavıydı,notuydu,hocasıydı,dersiydi,kitabıydı derken,bir bakmışın göz açıp kapayıncaya kadar ilk dönem bitmiş bile.Kurşun kalemle birlerin dört yapıldığı güne çok az kaldı.Bunu yapmayan var mıdır acaba?O hazzı hiçbir şeyden alamazsınız... İkinci yarı yüzünü görmek istemediğim iki hocadan birisi olan ''Meki'' dallamasının ara dönemde gideceğini kendi ağzından duymanın mutluluğuyla tatilimi geçireceğim.Bu arada karnemde tek sırıtkan not her zaman ki gibi matematik olacak.Sorun değil,ailecek alıştık biz ona;bazen annem kabullenemese de...


Hadi görüşürüz....(Mustafa abi geldi)

14 Ocak 2013 Pazartesi

Sadakat...


Gerçekten aşık olduğun bir insanla geçirilecek koca bir ömrün,
tüm maddi manevi kısıtlamalara rağmen hiçbir şeye değişilmeyecek 
bir hayat anlamına geldiğini eksiksiz hissettiren en sevdiğim animasyon filmidir.
Aşkın en saf en yalın hali....
Şuanda böylesi var mı ki?











12 Ocak 2013 Cumartesi

Öyle Bir Giderim Ki....



Güne Beethoven'ın 9.senfonisi dinleyerek başladım.Şimdi de Sunay Akın'ın en çok
sevdiğim şiiriyle devam ediyorum.Anlaşılan bugün sanatsal bir havayla geçecek.
Ve işte o güzel şiir...
''Ona o kadar şeye rağmen,o kadar değer veririm ki,her gün yaptıklarına utansın diye...''









11 Ocak 2013 Cuma

Daha Yakın....


Yalnızlık;her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında.Tek sermayesi,
sahip olduğu tek şeydir;kıymetini bilmelidir.Yalnızdır insan.Hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.Kalabalık yalnızlıklar,yalnız kalabalıkları oluşur şehir şehir ülke ülke.Kalabalık artıkça,artmaktadır yalnızlıkta.İnsan,bir ölümü istemez bir de ondan beter bir yalnızlığı ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.Ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var;tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın.Aşkta zaten iki yalnızlığın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır.Aşık olun...Gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı.Nasıl olsa ayrılıp,
insanın kendi tek kişilik yalnızlığını özlemesi.Sade ölüm değil,ayrılıkta yaşamın emri.Oysa sevin dedi Tanrı!Adı sevgili olanlar bile karşılık istiyor kalbinin atış hızına.Ben seni seviyorum ama dur bakalım sende beni benim seni sevdiğim kadar seviyor musun?Oysa sevin dedi Tanrı...
Sadece sevin dedi...

10 Ocak 2013 Perşembe

Eş-cinsellik...


''Eşcinsellik yasaklansın mı?''sorusu
bu aralar Türkiye'de en çok gündemde olan konulardan birisidir.
Halkımızın konuya yaklaşımı çok farkı.
Ama özellikle videodaki ''1:09'' ve ''2:19'daki'' adamların konuyu hiç mi hiç bilmediği gibi 
çok farklı bir yorum getirmişler..:)
Favorim 2:19'taki şahsiyettir...
''Ülke komünist devletlerin olur.Herkese sokaklara düşer.Gaos olur Gaos...
Gapanmamalı bence''

Eşcinselliği ne sanıyor acaba?
Siyasi bir parti falan mı?
''Gapanmasın,gapanmasın''



8 Ocak 2013 Salı

6 Ocak 2013 Pazar

Koş Forrest KOŞŞ...




Sizin hiç bittiğine inanmak istemediğiniz için filmin sonunda akıp giden isimleri bile sıkılmadan izlediğiniz oldu mu?Benim oldu.Forrest Gump adında bir çocuğun nasıl büyüdüğünü,nasıl aşık olduğunu gördüm.Nasıl koştuğuna,nasıl bir milyoner,bir baba,bir eş olduğuna tanık oldum.Bazı filmler vardır boş vakit değerlendirirsin ve bitince işlerine geri dönersin.Yemek yapar,ders çalışır,odanı toplarsın.Günlük işler işte.Ama Forrest Gump onlardan biri değildi.Sanki haftalarca elimden bırakmadığım kitabım bitmiş gibi hissediyorum.Buruk,üzüntülü...
Bir filmin ötesi düşünülmez ama kitaplar tamamen hayal dünyama kaldığı için asla bitmez.Aklımızın bir köşesinde karakterleri yaşatmaya devam edebiliriz. Forrest Gump da öyleydi.
Film bitip siyah ekranda beyaz yazılar akmaya başlayınca Forrest'ın ileride oğlu ile nasıl gurur duyduğunu düşündüm.Benim için en az Forrest kadar değerli Teğmen'in ailesini düşündüm.
Hatta Forrest ve oğlunu Teğmen ve ailesi ile bir yemek masasında bile hayal ettim.Aynı zamanda bilinçaltımda parıldamaya başlayan bir şeyler oluştu...
''Temiz kalp ve art niyet aramadan yaptığın her iş sonunda mutlaka seni mutlu eder''
İçime gizlice işlemiş bu felsefe,filmin asıl amacı gibiydi.

Bence Tom Hanks,Forrest Gump ile art arda ikinci kez aldığı Akademi Ödülü'nü sonuna kadar hak etmişti.Film Tom Hanks dışında En İyi Film dahil 5 dalda Oscar aldı.Benim için güzel yanı dünya'da gerçekleşen önemli olaylarla ustalıkla kurulmuş bağdı.Bir de sanırım filmi izledikten sonra artık banklara aynı gözle bakmayacağım gibi geliyor.Biri gelse yanıma oturup tüm bunları anlatsa ben ne yapardım acaba demekten kendimi alamıyorum..

Ve son olarak;

                                         Hayat,bir kutu çikolata gibidir..
                                      İçinden ne çıkacağını asla bilemezsin..

2 Ocak 2013 Çarşamba

2013-1=2012...

    2012...
Ocak: 2012 yılının ilk ayında çok aşık bir adamdım.Her şeyi gözden çıkarabilecek kadar aşık ve aptal.Geceleri şiir yazma hastalığına tutulmuştum.Karşı binadaki kırmızı atkılı kızı ilk kez o zaman görmüştüm.Dersler bir yerden sıkıştırıyordu ve kulüp işleri hiçte yolunda gitmiyordu.
Radyoculuk kursuna yeni başlamıştım.Okuldan eve,evden okula gidip gelen monoton bir yaşamım vardı...
Şubat: Hayatımdaki en çelişkili ve aşka bu denli yakın olduğum tek aydır şubat.Hatırlıyorum,
sözüm ona birisini çok seviyordum ve bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum.Sustukça içimde bir volkan kabarıyordu.14 Şubat bunun için en ideal gün diye düşündüm.Ee hediye almak şarttı tabi.
Ona,hayatım da en çok değer verdiğim ve benim için manevi değeri çok büyük olan bir hediye vermeye karar verdim.Çok sevdiğim dedemin rahmetli olmadan önce ''Bunu sadece gerçekten sevdiğin kıza ver '' diyerek verdiği kolye.Kendisi için büyük bir anlamı olduğunu söylerdi hep.Onun için ne ifade ettiğini hala bilmiyorum.Çok uzun bir süre küçük bir kutunun içinde sakladım o kolyeyi.Hiç kimseye vermeyi düşünmemiştim o yaşıma kadar.Sonra ''Galiba bu kolyenin sahibi o ''diye düşünüp hediye etmeye karar verdim.Güzelce temizlettim,pırıl pırıl yaptırdım ve hazır hale getirdim.14 Şubat günü geldiğinde bütün içtenliğimle ne hissediyorsam söyleyiverdim.Sonra kolyeyi ona verdim.Çok büyük bir tokat yedim.Haddimi çok iyi bildirdi.Ama itiraf etmeliyim ki hiç üzülmedim.Niye olduğunu bilmiyorum ama gerçekten hiç üzülmediğimi hatırlıyorum.Belki de hiç vazgeçmeyeceğimi bildiğim içindir.O günden sonra daha mutlu yaşamaya başladım.Yediğim yemek daha lezzetli,kokladığım çiçek daha bir güzel kokar oldu.Üzerimden büyük bir yük kalktığını biliyordum.Ama sonra o yükü tekrar sırtladım ve hayatımın altüst olmasına yönelik temelleri atmaya başladım...
Mart: Biraz şiir,biraz roman,biraz aşk,biraz kül,biraz duman.Hepsinden biraz yaşadım.Sonra uyudum ve uyandığımda nisan ayı karşıladı beni...
Nisan: Yat! Kalk! okul!...
Mayıs: İlkbaharla birlikte bende yeşerdim.Olgunlaşmaya başlıyordum.Arkadaşlarım ve ailemle birlikte güzel bir doğum günü geçirdim eksik olmasınlar.Son sınavlar başlamıştı ve ben deliler gibi çalışıyordum.İlk kez 600 kişilik bir izleyici önünde tiyatro oyununda yer aldım.Abimle oynadığım futbol oyununda tarihi bir skora imza attım;17-4... Her mayıs abime bu skoru hatırlatırım.Futbol kulübünde ise hocanın yaptığı haksızlıklar yüzünde ayrılma kararı aldım.Bağların kopmasına ramak kalmıştı...Unutmaya çalıştığım yada öyle yaptığımı sandığım aşk yeniden alevlenmişti.Allah'ın hakkı üçtür ve ben sadece birisini kullanmıştım.''Neden diğer hakkımı haziranda,karne alacağımız cuma günü kullanmamayım ki?'' diye düşünmüştüm...
Haziran: Bumerang gibi dönüp sürekli geri gelen ucu zehirli sevda okları tekrar saplanmıştı kalbime.Damarlarımda hızla yayılırken zehir,delirircesine onu istiyordum.Bu sefer emindim,olacaktı bu iş.Tekrar bir buluşma ayarladım ama son anda caydı.Son hakkımı da kullanayım bari diyerek sanal ortam aracılığıyla son kez  şansımı denedim.Olmadı... Balkona çıkıp,gecenin karanlığında derin bir nefes alarak ''Unut gitsin'' dedim.Sonra şuna karar verdim;Yarın her şeyi unutmuş olarak kalkacağım ve güzel hayatıma devam edeceğim...
Sözümü tutacak mıydım acaba?Bunu ilerleyen aylarda görüceğiz... 
Karnem hiç olmadığı kadar iyiydi.Karne hediyesi olarak tatile Antalya'ya bir haftalığı arkadaşlarımla gittim.Görmediğim şeyleri ilk orada gördüm canlı canlı.''Sen istiyor duj verecek elli dolar''...
Temmuz: 2012'deki favori ayım temmuzdur.Bodruma tatile gittim.Radyoculuk kursunu başarıyla bitirip sertifikamı aldım.Bütün radyolara cv'mi gönderdim ve  en çok çalışmak istediğin radyodan teklif aldım.Dünyalar benim olmuştu.Taksimde güzel bir Bar keşfettik arkadaşlarla.
Her günümü orada geçiriyordum.Bir kızla tanıştım orada.Kısa bir zaman sonra ilişkimiz başlamıştı.Beraber yaptığımız ilk aktivite sinemaya gitmek oldu.Sinema birlikte girdik.Ama sinemadan ayrı ayrı çıktık.Koşarak uzaklaştım.Keşke sodayla mısırı aynı anda tüketmeseydi.
Temmuzun son günlerine doğru dişime tel takıldı.İki aylık süreç çok zor geçmişti...
Ağustos: Radyo aracılığıyla Afyon,Kars ve Trabzon'a gittim.Birbirinden güzel insanlar tanıdım.Kerim  bana kız ayarlama çabası içindeydi.Ama ben umursamıyordum.Çünkü tekrar başa dönüyordum.Aynı kişiye sonu gelmeyen bir aşk beslediğimi anlamıştım.Bir daha reddedilmeyi göze alamadığım için,içimde kopan fırtınayı kelimelerle izah etmeye çalıştım.Yazdım,yazdım ve yazdım... 
Eylül: Balkonda otururken gecenin sessizliğinde ve bu sefer gerçekten bitirmeyi düşünerek son kez adını yazacakken kağıda,bir güvercin geldi balkonuma.Bembeyaz bir güvercin... Ona her şeyi anlattım;uçtu ve gitti.Çok rahatlamıştım.Bir daha hiç görmedim onu...
Sokak röportajları yapmaya başladım.Çok eğlenceliydi.Okullar açılmıştı...
Ekim: Sosyal sorumluluk projelerine katılmaya başlamıştım.Özellikle hayvanları koruma adına düzenlenen etkinliklerde boy gösterir oldum.Felsefe yapmaktan bıkmadığım bir aydı.
Kasım: Yavaş yavaş kendime gelmeye başladım.Kendime daha çok önem verip,hayatımdaki rahatsız edici yüzleri ve sesleri çıkardım.Mürekkep değmemiş bir kağıt kadar temizdim artık.
Eski neşemi ve fırlamalığımı bulmuştum sonunda.Allah bozmasın!Benim için milat denebilecek bir aydır kasım...
Aralık: Eskisinden daha fazla film izleyip kitap okur hale geldim.Ve eskisine göre daha fazla eğlenip kimseyi umursamaz birisi oldum.Aşkın peşinde koşmamaya karar verdim.Derken,okuldan birisiyle bir günlük ilişkim oldu.Tuvalet terliği olarak görmeye başlayınca kızı, aynı gün bitti ilişki. Kırmızı şeytanım satıldı.Kulüple bağlarımı tamamen kopardım.Haftada iki kez gelip bizde kalan çocukluk arkadaşım Burak'ı,eve almamaya karar verdim.Ve hem hayata hemde aileme daha sıkı sarılır oldum... 




                          Daha güzel bir sene geçirmek dileğiyle merhaba diyelim 2013'e....