30 Mart 2014 Pazar

Ütopik Sanat...




312 puan iyidir iyi.Yani hiç yoktan idare edebilir beni.Neyse,tecrübe oldu bu sınav.Lys'ye selam çakıyorum buradan;haziran'da canına okuyacağım.Herkes için hayırlısı babacık... 
Ben başka bir şey anlatacağım..

''Bir gün tiyatro ve futbol yer değiştirecek.''  

Bu sözün sahibi Haluk Bilginer.Herhangi bir takımın taraftarı bu sözü hiç kuşkusuz ki komik bulacaktır.İtiraf ediyorum,bende güldüm bu demecine.Bu ancak Haluk Bilginer'in ütopyası olabilir.Sanatçı bir adamın hayal dünyası.Ama sadece bir anlığına düşünsenize:Arda Turan'ın top peşinde nasıl koşturduğunu takip eden tüm insanların,farzı misal Muharrem Özcan'ın hangi oyunu yaptığını takip etse,bir de üstelik oynadığı Araf oyununun tartışıldığı programlar yapılsa... Çok acayip olurdu,gerçekten çok fantastik!Mesela Haluk Bilginer'in oyunu Nehir'i herkes izlese,yorumlar yapılsa,tartışılsa.İnan bana bu oyun maç pozisyonlarından daha fazla tartışılır.İzleyenler bilirler Nehir oyununu;erkeklerin ikiyüzlü dünyası anlatılıyor.Erkeklerin neden kadın-erkek ilişkilerinde bu denli ikiyüzlü olduğu sorulsa,çok acayip cevaplar ortaya çıkabilir.Tamam,o işin içinden çıkmak zor!Kendimden biliyorum,erkekler tuhaf yaratıklar.Bir erkek hayatına giren tüm kadınlarla aynı şeyi yaşıyor.O kadınların hepsini bir kadın yaparak aynı sonuçlara varmaya çalışıyor.Bu nasıl mümkün olabilir? Einstein'ın bir sözü var : ''Aynı şeyleri deneyerek farklı sonuç beklemek aptallıktır.'' Başka kadınlar,başka deneyimler,başka bilgiler demektir.Sen birlikte olduğun kişiyle dönüşemiyor ve her birine aynı davranıyorsan,sonucunun da bir öncekinden farklı olmasını bekleyemezsin.Adam sevgilisine: ''O kadının yanımda olmasının sebebi,senin yanımda olmamandır.'' diyor.İşte tüm mesele bu!Buna ne kadın inanır ne de erkek!Sorunun temeli dediğim gibi diğeriyle 'dönüşememek' ve farklı sonuçlar beklemek.Bunun adı 'Riyakarlık.''  Sen yanımda yoktun,o yüzden yanımda başkası var... falan bunlarda erkeğin sığındığı ucuz yalanlar.Bak,oyunun konusundan bile muhteşem sonuçlar çıkarabiliyoruz.Haluk Bilginer'in ütopyası bu yüzden ilgimi çekti.Valla dediği olur mu bilmem ama olursa en son Türkiye'de olacağı kesin.
O yüzden hayal kurmaya devam edelim...









27 Mart 2014 Perşembe

Dirilmeyen Umutlar Ve Öldüren Yalnızlık...





Bazı insanlar tektir,tek yaşar,tek görmek ister hayatı.Bazen gruplardan,kalabalıklardan daha tehlikelidir,etkilidir bu insan tipi.Kimseye verecek hesabı yoktur,riskleri sever,hatta sonucunu üstlenir,bedelini de kendi öder.Kimseye bağımlı değildir,onu anlamak zordur,kimliğini bilmek daha zordur.Gizeminden ve sırlarından tesadüf sonucu yakalanmadıkça kimsenin onu ele geçirmesi söz konusu değildir.Öyle amaçları ve arayışları vardır ki,bunlarda biraz değişikliğe gitse tüm kişiliğini yerlere atar.Etkisini ve karar gücünü yalnızlığından aldıkça tekdüzelikten her zaman kurtulur.Yalnız yürümek,yalnız yemek,yalnız uyumak,insanı kendisi yapıyor ama yalnızlığa ancak yalnız kalmayı bilenler,kendi olanlar katlanabilir.Bazıları,kendilerini kuşatan bu yalnızlık çemberinden kurtulmak isterler.Ama zordur alışkanlıklar,bırakmazlar seni.Korkarsın.Korkarsın çünkü,hayatını birinin eline vermek,hayat hikayeni bir başkasına yazdırmak demektir.O zaman yaşam,kalem tutanın elinden çıkar.Sen kalemi bir başkasına uzatır,hayatın gidişatını da ona teslim edersin.Sana bir yol çizer.Yolun sonunda ne olduğunu bilmeden girersin o yola ama asıl korkutan da budur insanı.Yol,bir uçurumda da sonlanabilir,yeni bir hayata açılan bir kapıda da.Alamazlar bu riski yalnızlar.Bu yüzden hep yalnızdırlar.
Yalnızlık konusu insanlık tarihi boyunca hep irdelendi,araştırıldı,üzerine felsefeler yapıldı,romanlar ve öyküler yazıldı.Kalemi kuvvetli olanlar bunun nedenlerini yazmaya çalıştı.Sesi kuvvetli olanlar şarkılarıyla tüm insanlığa dert yandı.Herkes biraz ağladı,biraz yakardı.Kimse bulamadı çaresini.İnsanlığın en büyük hastalığı salgın haline geldi;sokak sokak,ev ev,insan insan yayıldı kalplere.Oysa çok zor değildi bu salgından kurtulmak.Bazılarının elleri,bazılarının içten bir gülümsemesi,bazılarınında bir sözü,evet evet,sadece bir sözü bu tarihsel hastalığı,bu salgını durdurmaya yeterdi;yeterdi insanlığı kurtarmaya...
''Kaç,kendini kurtar!'' diye öğüt veresim var kendime.Kaçıp kaçıp sana gelesim var.Gözlerinde dinlenip,saçlarının arasından akıp gitmek var.Sende kendimi bulabilmek,yıllarca aradığım kendimi sende bulabilmek ümidi var.Ama hali yok,bitap yüreğim. Kurtaramam insanlığı.Kurtaramam ki kendimi.Umudum yok.İçimdeki cesedi kaldırsın biri.Biri bulsun cesedimin failini.Kimse beklemesin artık kurtarmamı kendimi!
Bir ölü artık sevemez ki...















24 Mart 2014 Pazartesi

Yok Olan Yeşil....








Şimdi,neden oturup böyle bir hikaye yazdığımı merak ediyor olabilirsiniz.
Doğaya duyduğum saygıyı ve neden saygı duyulması gerektiğini kendimce bir annenin ağzında oğluna anlattırdım.
Okuyunca çok iyi anlayacaksın verilen mesajı ama öncesinden ben girizgahı yapayım.
Kısaca bahsediyorum.
İlk önce izlediğim şu tanıtım videosu beni çıldırttı.
İstanbul'daki yeni açılacak olan üçüncü havalimanın tanıtımı yapılıyor.
Özellikle 23.saniyesinden sonrasına dikkat ederseniz ağaçların nasılda hunharca katledildiğini açık bir şekilde görebilirsiniz.Bu rezilliği övünç kaynağı yapmayı kendilerine marifet sanmışlar.
Yazık,çok yazık.
Ben doğayı,doğanın içerisinde hayat bulan ve hayat veren her şeyi çok severim.Bazıları ışıltılı beton blokların şatafatına kapılır;onların modernlik olduğunu,daha canlı,daha faydalı olduğunu söyler.Çünkü hiçbir zaman bir ormanın içinde usulca kaybolmamışlardır onlar.Ağaçlarla konuşmamış,çiçeğin üzerindeki kelebeği izlememiş,arının vızıltısını duymamış,bir ağacın gölgesinde piknik yapmamış,bir ırmakta yüzmemişlerdir.Hiçbir zaman ağacın tepesindeki elmayı almanın mutluluğuna erişmemişlerdir.Onlar için hep elmayı almaya çalışken dizinde ve kollarında oluşan sıyrıklar önemli olmuştur.O yüzden hiç anlayamadılar doğayı,hiç tanıyamadılar.Kendi menfaatleri uğruna yok etmeye başladılar.Beton bloklar kurdular,yol yaptılar,alışveriş merkezleri açtılar,havalimanları inşa ettiler.Onlar menfaatleri için ellerini kirlettiler.Cepleri ne kadar dolduysa vicdanları o kadar boşaldı.
Hiç kimse umursamadı bunu.
Kendilerini var eden her şeyi ihanet ettiler.
Yalnız bir çocuk,bir çocuk umursadı.
Bir çocuk saygı duydu doğaya...

Bir hikaye bile olsa,bir çocuk saygı duydu doğaya...



BİR ÇOCUK SAYGI DUYGU DOĞAYA

''Geç otur bakalım karşıma.Artık çok küçük sayılmazsın;bir şeylerin farkında olma zamanın geldi.Topladığın papatyalar en  az senin kadar güzeller.Ama dinle şimdi! Dünya üzerindeki her şeyin bir düzen içerisinde hareket etmesi şaşırtıcı olduğu kadar bir ilahi güç tarafından kontrol edildiğinin açık bir ispatı.Her şeye bir görev verilmiş;bir amaca hizmet ediyor hepsi.Hizmetler tüm insanlar için aslında.Getirdiğin papatyalarda öyle.Sen bana onları mutlu hissetmem için getirdin,o zaman papatyalar mutlu olmam için hizmet ediyor.Bir başkası,papatya falıyla sevgisi karşılıklı mı öğrenmeye çalışıyor;aşkıyla kumar oynuyor bir bakıma.Doğadaki her şey senin kullanış amacına göre hareket ediyorlar.Hatırlıyor musun,kızdığın zaman koşa koşa gidip bahçenin arkasındaki çınarlık ağaca tırmanır,sakinleşinceye kadar inmezdin.O ağaç senin sığınağında,çünkü sen öyle hizmet etmesini istemiştin.Bazende konuşur,seni kızdıran ne varsa şikayet ederdin ona.O zaman en iyi arkadaşın olurdu ağaç.Yavaş yavaş saygı duymayı öğrenmiştin doğaya.Çünkü anlamıştın ki her şey senin için vardı ve hepsi çok iyi hissetmen için hizmet ediyorlardı.''Anne,filmlerde aşıklar adlarının baş harflerini ağaçlara kazıyorlar.Bana onların da canları olduğunu,en az insanlar kadar acıyı,hüznü,mutluluğu hissettiğini,sadece tek farkımızın bizim hissettiklerimizi konuşup anlatarak duygularımızı dışa vurduğumuzu,ağaçların ise bunu yapmaya imkanı olmadığı için empati kurup onun da bir canlı olduğunu düşünerek hareket etmek gerektiğini söylemiştin.Filmdeki adam,buna benzer bir bıçakla ağaca kendisinin ve sevdiğinin adının baş harflerini yazdı.Bende aynısı koluma yaptım.Çok canım acıdı anne.Ağacın ne hissettiğini daha iyi anladım şimdi.Bir canlıya zarar vermek,en az bir insana zarar vermek kadar kötü bir şey....'' dediğinde henüz 10 yaşındaydın.Kendini yaraladığın için kızsam mı yoksa doğaya saygı duymayı birebir deneyerek öğrendiğin için sevinsem mi bilememiştim.!Galiba sevinmeliydim. Çünkü kolundaki yaran bir ilaçla tedavi edilip hemen iyileşebilirdi. Ama doğadaki herhangi bir canlıya verebileceğin bir zararın geri dönüşü olmayabilir.Bütün ağaçlar insanlara küsebilir,bütün çiçekler güneşe yüz çevirebilir,doğa ana bir hastalığa tutulup,hiç iyileşmeyebilirdi. Kutlarım seni evlat! Kendi bilincini kendin yarattın.Papatyalar için de çok teşekkür ederim.Ama onları vazonun içinde can çekişirken görmek sahte mutluluk verir insana.Toprakta daha bir güzel,daha bir canlı,daha bir mutlu sanki.Bu bana getirdiğin son çiçekler olsun.Bundan sonra hep biz onlara gideriz.Yerinde görürüz,yanlarına uzanır şarkı söyleriz.Unutma,her şey yerinde güzeldir.Bir şey daha var:Doğaya saygı duymazsan,hiçbir şeye saygı duymazsın.



Hadi,kırlara koşalım evlat.!!!









22 Mart 2014 Cumartesi

Yürek Hoplatan Sınav...




Samimi söylüyorum ki öyle.Biliyorum inanması zor geliyor bazılarına ki sende o 'bazı'larının içinde yer alıyorsun ama inan bana öyle işte!Yahu hayatında daha bir sürü sınavlara tabi tutulacaksın ki belki de bu en önemsizi olacak yaşamında.Zaten her gün hayat test ediyor bizi farkında olmadan.Bu gereksiz korku niye millette anlamıyorum yani?  'Öyle diyorsun da hayatımız 160 dakikalık bu sınava bağlı,yaaaa!'' Klişeden ölen var!!! Ulan sanki sınavı kazanamayanları kazığa oturtacaklar.Ne bu korku anlamadım ki?Ha,sistem çok boktan kabul ediyorum ama senin hayatını gireceğin sınavlar şekillendiremez.Sadece bir taslak sunar;içini doldurmak sana kalmış yine.İş sende bitiyor sende!Nefes aldıkça her şey için bir umut var demektir.Önemli olan özveri.Kasmayın bu kadar.Bir tek ben ve arkadaş çevrem mi bu kadar rahat bilmiyorum? Yahu Fatih bugün öyle bir mesaj attı ki,rahatlığın bu kadarı dersiniz.Aynen yazıyorum mesajı : 'Onur,yarın sabah saat 7.30'a halı saha maçı aldım Ertanlardan. Kaporayı verdim ben.Sende geliyorsun;sınav var,şu var,bu var anlamam.Sınava gireceğin okul yakın zaten.Gelmiyorum lafını kabul etmiyorum. Haa,25 lira getirmeyi unutma..'  
İttirgit Fatih. Rahat olun dedim de bu kadarı fazlaya kaçıyor. Şizofreni bu işte.! 
Ya böyle işte.Her şeyin hayırlısı babacım.
Hülasa,bu sınav ne bir başlangıç ne de bir son...
Allah yardımcımız olsun hepimizin...

19 Mart 2014 Çarşamba

Çarşamba Kargaşası...





Güzel bir çarşamba sabahına saat sabaha karşı 05.30'da kalkıyorum ve biraz gündeme bakayım diyorum,iğrençliklerle dolu haberlerle karşılaşıyorum.Kur'an-ı  Kerimin ayetleriyle -özellikle bakara suresiyle- Egemen Bağış'ın kendi değişiyle ''Bakarayla-Makara'' geçerek,dini temeller üzerinde kurulu olduğunu söyleyen Ak Partinin nasıl da dini istismar ederek nüfuz kazanma yoluna gittiği bir kez daha kanıtlandığını görüyorum..Her cuma 'bakara suresinden bir ayet çakıyorlar' tvitıra,ohhh,bak biz dinciyiz,Allah yolundayız ayağıyla oyları götürmeye çalışıyorlar.
Ulan bu kadar mı düştünüz ya?
Radyoyu açıyorum,oğlunu boğarak öldürmüş bir anne,kocası şiddet uyguladığı için  uyurken penisini kesen bir kadın,13 yaşındaki kız evlendirilmiş... V.s     Al işte.Yeni haber var önümde. Kars'taki TÜİK Bürosuna saldırı olmuş:7 ölü. Nedir bu ülkenin durumu böyle?Nereye gidiyoruz heyyy millet! Haberler çok sinir bozucu.Kafamızı kuma gömüp gerçekleri görmezden gelemeyiz ama bazen bu haberler yüzünde kafamızı kumdan hiç çıkarmamak geliyor içimden.Sabah sabah neşemi çaldılar bak! Bir tane güzel haber yakaladım şimdi! Huffington Post'ta yayınlanan bir makale.Kahve içmek için 11 neden anlatılıyor.Biyolojik faydalarının yanı sıra psikolojik faydalarıda göze çarpıyor.Bu makaleye bir şey diyemez artık annem.Bana her gün kahvenin zararları hakkında fetva veriyor da kendileri. 'Neye dayanarak söylüyorsun kahvenin zararlı olduğunu? diyorum, 'Komşularda zararlı olduğunu söylüyor.' diyor. Komşular işte;Sübyancı Aytekin,cırtlak Sultan,dedikoducu Nurten,Patavatsız Nurgül,Sarı Fatma,Hitler Naciye (Naciye teyze benim favorimdir.Hitler lakabı,bıyıklarının tarzından dolayıdır.Charlie Caplin'i de andırıyor ya neyse.) son olarak da mobese Rabia.Rabia abla mahallenin mobesesidir gerçekten.Sokakta emniyetlik bir iş olunca ilk olarak polis Rabia ablanın bilgilerine başvurur.Hatta inanmazsınız bizim sokakta farklı tarih de ve farklı evlere giren hırsızların robot resimlerini çizdirerek yakalanmasında büyük katkısı oldu.Bir ara emniyet Rabia ablaya da bir telsiz vermeyi düşündü ama o halk kahramanı olmayı tercih etti ve bu teklifi geri çevirdi.Onun bu penceren ayrılmaz huyu yüzünde sokak aşkları başlayamadan bitti.Yıllardır hiçbir erkek komşu kıza yavşayamaz sokakta.Kızlarda kuyruk sallayamaz tabi.Neden?Mobese Rabia var.Anında gördüklerini tüm mahalle sakinlerine ulaştırır.Bu yüzden ikili ilişkiler hiç gelişmedi.Kuruduk lan resmen!Ne Karşı komşu Eda'yı,ne koca götlü İrem'i ne de badem gözlü Gülşen'i yakından tanıyabildim.Seksek oynayamadan,ileride sekmek için yatırım yapamadan büyüdük gitti.Sonra ister istemez yabanileştik.Alacağın olsun lan Rabia abla!Tetikçi tutup vurdurtacağım sonunda!
Ne diyordum,annem şahitlerini sayıyordum.Bilim insanı ya hepsi,kahveyi araştırıp zararlı olduğuna kanaat getirdiler.Geç bunları,geç!Kahve içmeyi abarttığım için zarar görmeyim diye bu denli uydurma şeyleri söylediğinin farkındayım annemin.Aslında birazda hak veriyorum.Bir insan gün içinde sudan daha fazla kahve tüketirse biraz zarar verebilir tabi.Aman,neyse ne!Bugün böyle bir karmakarışık yazmak geldi içimden.Daha sınava gireceğim okula gidip bakacağım.Hatta gideyim ben şimdi! Olsa da bitse şu sınav bir an önce.Daraldım...

Görüşürüz....





18 Mart 2014 Salı

Ne Mutlu Türküm Diyene...





Çanakkale dirilişi esnasında bizim cephemizde en değerli olan şey,cephane değildi;morfindi.Yani ağrı kesici.Savaş başladıktan kısa bir süre sonra cephaneye yakın bir bölgede sıhhiye çadırı kuruluyor.Ölüm yağmaya başlıyor siperlerimize.Sıhhiye erleri,yaralıları ivedi şekilde sıhhiye çadırına taşıyorlar.Çadırın içinde bir ameliyathane yer alıyor.Ama ameliyathaneye gitmeden önce ameliyathanenin kapısının önünde öğretmen masasına benzer bir masa ve masanın başında bir doktor var.Her yaralı asker o masa yatırılıyor.Doktorun görevi ise masadaki yaralı hakkında karar vermek; ''Bu yaralı ameliyat edilirse yaşar mı?''  Eğer askerin ameliyat edilip kurtulma olasılığı varsa, doktor elindeki enjektörle morfini yaralıya yapıyor.Lakin herkesin ağrı keseciye ihtiyacı var,hatta ölecek olanların bile.Ama yapamaz herkese.Yapamaz çünkü morfin çok az.Sedyede bağırsakları çıkmış ağır bir yaralı getiriliyor,doktor ''Bunu kaldırın'' emrini veriyor.Acı çığlıkları içinde yaralı kaldırılıyor.Dediğim gibi ağrı kesesi yapamaz çünkü çok az var.Kurtulma olasılığı olana yapabilir ancak.Bir başka yaralı getiriliyor,bakıyor doktor: ''Hah!Bu ameliyat olursa kurtulur.'' kararını veriyor ve morfini enjekte ediyor.Hemen ameliyata alınıyor yaralı. Bir başka yaralı getiriliyor acılar içinde,'' Ne olur beni kurtarın!Yardım edin,canım yanıyor..'' doktor ise ''Bunu da kaldırın'' talimatını veriyor.
Sıhhiye erleri yaralıyı kaldırmaya yeltenirken,yaralı askerden bir ses:
BABA!
Acıma duygusu görevinin önüne geçmesin diye gelen yaralıların yüzüne bakamıyordu doktor. ''BABA'' sesini duyunca yüzünü yaralıya çeviriyor ve bakıyor ki,öz ve öz evladı!  

'Baba beni tanımadın mı?Babaaa!Baba yardım et!!'  
Herkes öylece doktora bakakalıyor.Elinde ağrı kesici,oğlu acılar içinde... Doktor sıhhiye erlerine dönerek onlara şunu söylüyor : 

'Bunu,gölge bir yere kaldırın...'


Ve o doktor görevini başka bir hekime devrettiğinde,ölüme terk edilen yaralıların bölümüne gidiyor ve oğlunun ölmüş olduğunu öğreniyor.Biliyor ki ameliyat bile edilse oğlu yaşayamazdı.Bu yüzden elindeki morfini oğlundan sakınıyor.Onun görevi,morfini hayatta kalabilecek olanlara kullanmaktı.

İşte Çanakkale Savaşı'nın hiç bilinmeyen bir baba-oğul hikayesi...
Bizim savaşı kazanacağımız o kadar belliydi ki; ''Bunu,gölge bir yere kaldırın.'' sözü ispatlar gibi.

Bugün 18 Mart.
Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma günü.
Bütün şehitlerimizin ruhu şad olsun...

Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın...



10 Mart 2014 Pazartesi

Düşünceli Korku....






Gelin adayıyla tanışma hakkında bir şeyler yazmayacağım.Yazarsam ağır yazmaktan korkuyorum;ayıp olur diye korkuyorum ağabeyime.Hoş,nasıl yazımı okuyacak ki?Burada yazılan burada kalıyor.Kimse yok,kimse bilmiyor.Garip değil mi?Burada yüzlerce şeyler yazdım.Hepsinde bir parça kendimi anlattım.Birilerine seslendim,bağırdım,yakardım.Ama hep boşlukta kaldı sesim.Bağırdıkça kendi sesimi duydum.Yankılanıp yüreğime çarptılar hep.İstesem birilerine ulaşırdı sesim,biliyorum.Biliyorum ama bir korku tutuyor beni. ''Yapma'' diyor, ''Başına neler geldiğini sende gördün?Yapma!Yaraların yeni yeni iyileşmeye yüz tutmuşken,bir daha yaralanmayı göze alamazsın!Üstelik aynı kişiden.Yapma!İzi kalır bu sefer...''  ''Ama'' diyorum bende ''Ama bir bebek,düşmekten dizleri kabuk bağlamış olsa bile vazgeçmez ki yürümeyi denemekten.Tekrar canın acıyabileceğini bilir,ama yine de atar adımını korkusuz.Çünkü bir amacı vardır.Çünkü,karşıda kollarını sevgiyle açmış sarmayı bekleyen annesi vardı.Çünkü,mutlu olmak istiyordur bebek.Bazen mutlu olabilmek için,koşmak yeterlidir.Bazen mutlu olabilmek için canının acıması gerekir ya da acıma riskini göze almak.Dokunmadan öğrenemezsin sobanın sıcak olduğunu...'' 
İşte böyle!Korkumu ikna etme çalışıyorum her gün.Biliyorum,ihtiyatlı davranmamı istiyor ama ben onsuz,korkusuz yaşamak istiyorum.
Her yerim kan revan içinde kalsın istiyorum.
Koşmak istiyorum...


7 Mart 2014 Cuma

Yazık Lan Sana Ağabeyi...


Bu karikatür güldürdü..:)



Ciddi ciddi kızı Ankara'dan alıp,buraya getiriyor yarın.Ağabeyim diyorum,sevdiceğini bizimle tanıştırmaya getiriyor.Anlaşılan kendi aralarında belirli kararlar alınmış çoktan.Önceden beridir görüştükleri biliniyordu ama işin bu boyuta gelmesi açıkçası beni şaşırtmadı.Şaşırtmadı diyorum çünkü,ağabeyimde evde kalmış kız kurusu azgınlığı var.Kısmet çıkmışken kaçırmayıp iki tane çocuk fırlatmak için yanıp tutuşur ya onlar,ağabeyimde de -çocuk fırlatmaya yaratılış gereği elverişli olmadığı için-geriye kalan kız kurusu refleksine sahiptir kendileri.Salak,yaşın kaç senin daha?Evliliğin,küçükken oynadığı evcilik oyununa benzemediğini birisi söylesin şuna.Ben çok söyledim lakin,nafile.24 yaşında evlenmek,intihar etmenin bir başka yoludur.Hemen öldürmese de içten içte çürütür;saçına,sakalına ak düşürür,tansiyonu yükseltir,cinsellikten soğutur,her senede on yaş ihtiyarlatır. Hülasa,adamı hadım eder;tabii kadını da.Her zaman söylerim,erkekte evlen yaşı otuz beş,kadın ise bu yaş otuz olmalıdır.Bunlar sınırdır.Bu yaş geçtikten sonra ''Evde kalmış kız ve elinde kalmış erkek -siz anladınız-'' durumu ortaya çıkabilir. Bu yaşlara gelinceye kadar arı misalı bol bol  farklı çiçeklerden farklı ballar alınmalı.Lan bir daha ne zaman genç olacaksın,hasta? 'Ama çok seviyorum be on..' hadi lan oradan.Çok sevgi yoktur,çok saplantı vardır;çok alışmak vardır.Alışkanlıklar da bir heves işidir.Hevesini al ve bırak o yüzden ağabeyi,diyorum amaaaaaa... dinleyen kim! Gaddar falan değilim ben.Gerçekleri söylüyorum.Bir kere evlilik özgürlüğü kısıtlayan bir müessesedir.Karşılıklı imzalarla özgürlüklerine kelepçe takarlar.Sorarım size evlenmeden bir arada olamıyorlar mı?Olamazlar tabi.Neden peki?Dinen caiz olmadığı için mi?Toplum tarafından hoş görülmediği için mi?Gelenek,göreneklerin getirdiği alışkanlıklar için mi?Neden evlenmeden birlikte bir ömür sü-rü-le-me-zzz-,neden?Belkide bu sorulardır cevapları.Ehh!Bırakın bu aptalca şeyleri.Haz veren şeylerin peşinde koşmak en iyisi,heveslerin değil.Bu yüzden kendime HEDONİST derim.Çünkü ben bir hazcıyım;zevk ve sefa düşkünüyüm.Kimseyi umursamadan yaşamak prensibim. Zamanında umursadıklarımın umarsızca umursamamaları yüzünden böyleyim belki.Hepinizin canı cehenneme!Ben şiirlerimdeki kızı umursarım sadece.Bazen onunda canı cehenneme!
Arkasından konuştuğumu sanmayın ağabeyimin,Allah şahit yüzüne de söyledim burada yazdıklarımı. 'Sakın kızın yanında bu tür şeyler söyleme' dedi 'O zaman ya bırak bu işleri ya da beni azat et ağabeyi' dedim, 'Saçmalama' dedi, 'Tanışacaksın.Tanısan çok seversin' dedi.Güldük. 'Bunu,profiline tvitır da takipçi toplamak için yazmalısın ağabeyi' dedim,  'Yavşaksın' dedi 'İzindeyim ağabeyi'' dedim.Sonra ergen olmaktan vazgeçtik.Yarın,büyük ihtimalle benim bir işim çıkacak,evden gidecekleri saate kadar bu işim de bitmeyecek gibi.Sıkılıyorum babacım o sohbetlerden.Annem kızı köşeye sıkıştıracak,durmadan kontraya çıkacak,kızın değil,ağabeyimin namahrem yerlerinden terler akacak,babam bu duruma kayıtsız kalmayarak bir kenarda içine içine gülecek,biraz ciddi bir hava esince benden bir afacanlık beklenecek falan filan işte...
Hayırlısı artık.

Ben gidiyorum!
Hadi iyi geceler...





5 Mart 2014 Çarşamba

Bir Adam Diyor Ki...




Ben bazen yazarım biraz,bilirsiniz.
Yine bir bazendi ve yine yazdım...

ARAMIZDAKİ 'AMA'.

Sana karşı bambaşka  hislerim var.Sanki daha önce tatmadığım bir duygu bu.Beni ele geçirip,her yolu sana çıkartıyor.Nasıl oluyor bu?Yani,nasıl oluyor da sen bu kadar umurumda oluyorsun?Daha önce mevcudiyetinden bile haberim olmayan birisi hiç beklemediğim bir zamanda gelip, ''Buranın sahibi artık benim.'' deyip kalbime kuruluyor?Ben nasıl izin verebiliyorum buna?Her şeye rağmen seni orada tutan ne?Ellerinin sıcaklığını bile bilmezken üstelik.Yukarıdan ipler sarkıyor kollarımıza.İpler bağlıyor bizi ikimize.Göremiyorum bir türlü,kim bu bizi yöneten?Bir kalem,ucu kırılmış.Önümüze düşüyor.Yukarıdaki bir şeyler yazmış olmalı.İkimizi birbirimize yazmış olmalı.Ama.. ama işte! Hep bir ama var aramızda.
İçimizde bir kapı gıcırtısı var ama;ürpertici.Duvarın dibindeki deliğe sığınmak var ama bakışlarımızda.Korkuyoruz birbirimizden ama.Niye?Ölüm bile arkamız da kaldı oysa,açık yolumuz.Hiçbir şey istemez,bir ellerin,bir ellerin yeter beni var etmeye.Gidelim hadi!Yorulursak bir ağaç gölgesinde yeşeririz.Bulamazlar bizi,bir karınca yuvasına saklanırız.Olmadı bir karınca oluruz.İnsanlar hep büyük gelmiştir zaten bize.Ufacık dilleriyle kocaman yalanlar yaratırlar.Ezilirsin altında;karınca misali.Karınca misali ezilmeyiz biz,bir karınca gibi eziliriz.Fark etmez,biz sevgimize bakalım.İstersen şiir tasarlarım ağlaman için.Sen benim gibi değilsin,ifade edemezsin sevgini sözcüklerle.Ağlamaktır kendini ifade şeklin.Ağlamak,sözlerle anlatılamayanı,gözlerle anlatmaktır çoğu kez.Ağlamak hissetmektir,hissedebilmektir.Ağla benim için.Her damlada hisset beni.
Bencilim ben.
Taviz vermem sevgimden,kapılmalardan.
Taviz versek 'Ama'lardan...





1 Mart 2014 Cumartesi

Bir Çocuk Demiş...





Bir karga bir kediye öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden,kendimi bulamıyorum;dönüp gelip kendime yerleşiyorum,kendime bir yer edinemiyorum,kendime bir yer...
Kafatasımın içini,bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım,ölü ben'im kendini izlesin her yandan,o tuhaf sır içinden!

Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
Oyuncağı panik olan sayrı yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.

Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına?
Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına?
Niye kimseler izin vermez yollarına kuş konmasına?

''Öyle güzelsin ki,kuşlar koysunlar yoluna'' bir çocuk demiş...


İyi geceler...