29 Haziran 2014 Pazar

Bakış Açısı...






Hayır,aşk tabii ki iki insanın birbirini çok sevmesi,tutkuyla sevişmesi,o olmadan yaşayamayacağını düşünmesi ile ilgili değildir.Aşk bir lükstür.Kendimizi başkasına anlatabilme ayrıcalığıdır,onun yanında maskelerimizi indirip 'gerçek' kendimiz olabilme rahatlığıdır.Ve bu konforu tadan hiç kimse bir daha bu duygudan vazgeçemez,bağımlısı olur. ''Ne olur geri dön,sensiz yapamıyorum,sensizlik ölümden beter!'' gibi zırvaların altında,insanın çoğu zaman farkına bile varmadığı bu ihtiyacı yatar.Ama artık aşkın yaşanış tarzı evrim geçirmiş durumda.Artık yaşanmak için değil,ayrılmak için yaşanır oldu aşk.Aidiyet duygusunu kaybediyor olmamız,kalabalıklar arasında bile kendimizi yalnız hissetmemize neden oluyor.Aşkın olmadığı bir yürek,en büyük kalabalıklarda bile yalnızken,seven bir yürek başlı başına bir topluluktur.Bu sözü tarihe mal ediyorum;ben öldükten sonra burayı keşfedenler kullanabilirler.:)
Sözünü ettiğim toplulukta kaybolmayı kısa süre önce yitirdiğimi sanıyorum.Berrin'in iki dudağının arasından çıkacak tek bir sözcük beni sefil duruma düşürebileceğinden korkuyorum: Riyakar...  Çünkü biten bir aşkın ardından bir başkasıyla başlayan şeyin adı 'İlişki' değil, 'Çelişkidir.. ' O yüzden bazen 'onu kullanıyorum muyum' diye soruyorum kendime.
Elleri daha önceki elleri,gözleri daha önceki gözleri,saçları daha önceki saçları hatırlatmasın diye mi onunlayım? Bir anda onu karşımda buldum.Çocukken annem bana,en yakın arkadaşıma kızdığımda,hiç haz etmediğim başka bir çocukla kızgınlığım geçene kadar oynayıp,sakinleştikten sonra ona sırtımı dönüp gittiğimi,bir sonraki kızgınlığıma kadar onunla ilgilenmediğimi söylerdi.Berrin'de,kızgınlığım geçene kadar kullandığım biri miydi?Peki,ben neye kızgındım?
Bilmiyorum...
Umarım öyle değildir...






23 Haziran 2014 Pazartesi

Anlamsız His Ve Can Sıkıcı Sorgu...




Bir şeylerin eksikliği olur da,sen bunu fark etmezsin ya da görmezden gelirsin ama hep hissedersin ya hani yalnızlığın seni gafil avladı zamanlarda,hani 'Her şeyim tam,mutluyum..' dediğin zamanlarda derinlerdeki tanımlayamadığın bir noksanlık seni zayıf düşürür,galipken mağlubiyet duygusu hissedersin ya... nedir bu işte?Beni tek yakalayınca geceler,üstüme bu tanımsız duygularla hücum ediyorlar.Tadına aşikar,adına yabancı bir his;çözümlersem anlatırım.

Başka bir şeyden bahsedeceğim.Dün,Berrin'le Ortaköy'de bir kafe de vakit geçiriyorduk.Çakır keyiftik ikimizde diyebilirim.Güneşin sıcak ışıkları, gözlerinin maviliğini daha çok ortaya çıkarıyordu Berrin'in.O mavilikte kaybolduğumu hissediyorum zaman zaman.Yine o anlardan biriydi.Yüreğimin derinliklerinden gelen bir coşkuyla dedim ki: ''Denizin mavi tonu daha güzel olabilirdi eğer rengini gözlerinden alıyor olsa idi.''  Gözleri daha bir mavi,yanakları daha bir kızıl oldu o vakit.Kahvesinden ufak ağzıyla bir yudum aldı,fincandaki dudak izini parmağıyla hafifçe sildi,bana bir şey söyleme hazırlığı yaptı ve konuşurken dişlerindeki kahve izlerinin rahatsızlık vermesin diye,su dolu bardağından bir yudum yuvarladı boğazına. ''Muhtemelen,iltifatım üzerine ya teşekkür edecek ya da benim yaptığım gibi bende güzel bulduğu bir yanımı övüp,iltifat borcunu kapatmış olacaktı kendi hesabında.'' diye düşünürken,hiç ummadığın bir şey söyledi. Suratında ince bir gülümsemeyle ''Çok çakalsın Onur'' dedi.Bir de erkeklere öküz dersiniz.Afalladım,içimdeki şaşkınlıktan doğan gülümsememi güçlükle bastırarak sadece 'Nasıl yani?' diye bildim. ''İşini iyi biliyorsun. -Tatlı dil,yılanı deliğinden çıkarır- atasözündeki mecaz senin için geçerli değil,sen gerçek manada bu dille yılanı deliğinden çıkarabilirsin.İtiraf ediyorum,çok etkileyiciydi.Bu zamana kadar bana yapılan en güzel iltifattı... '' dedi ve devamı gelecekti.Şunu belirtmeliyim ki,bir kadın yapılan hiçbir şeyi asla unutmaz;sadece uygun bir zaman bekler hatırlatmak için.Böyle bir zamanda olduğumu bilmiyordum.Şunu da söylemeden edemeyeceğim:Türk kadınları,eski defterleri en az veresiye satan bakkal gibi açmayı çok seviyor.Daha önceki ilişkileri çok merak ediyorlar. İltifat edersin ''Daha önce kaç kadına söylemişsindir bunu kim bilir.. '' derler. Lüks bir yere yemeğe götürürsün ''Daha öncekileri de mi buraya getirirdin?'' derler.Hep öncekilerle bir kıyaslanma,bir rekabet ve sebepsiz bir kıskançlık var.Olmayan birisiyle yarışmak,şizofreniden başka bir şey değildir.İlişkinin başında yüzeysel sorularla yetinen Berrin,şimdi içsel sorgulama modundaydı.Sözünü o klişe soruyla bitirdi. 
''Daha öncekine de böyle şeyler söyler miydin?'' dedi.Daha önceki ha..  Açık yüreklilikle söyledim. ''Daha önceki hiç olmadı ki benim.Onunla karşılıklı oturup bir kahve bile içmedik.Seninle yaptığımın birkaçını onunla yapabilseydim,itiraf ediyorum çok afilli şeyler söyleyebilirdim.Ama ''Merhaba'' bile demişliğim yoktur.İçin rahat olsun yani...'' deyip,tam sıyrıldığımı düşünürken,şu zamana kadar hiç aklıma gelmeyen ve gelmediği içinde açık açık söylemediğimden mütevellit sıkıntı yaptığı bu durumun sorusu şuydu: '' Ama ona 'sevdiğini' söylemişsindir değil mi? Bana hiç söylemediğin kocaman bir ''Seni Seviyorum'' demişsindir,değil mi?'' Bunu sıvamak çok zor olacaktı.Hiçbir kaçış yolu yoktu.Aklıma sadece ''Ayy,ben lavaboya gidip bir makyaj tazeleyeyim..'' demek geldi.O derece çaresizim.Berrin söyleyince fark ettim;ben ona hiç sevdiğimi söylemedim.Her zaman söylerim 'Seni Seviyorum' sadece iki kelime değildir benim için;anlamı sayfalar sürecek duygular silsilesidir.Gerçekten hak edene söylemek gerekir o yüzden.İçini boşaltırsak kelimenin,artık bize heyecan vermez.Hem,ben tam olarak sevdiğimi hissetmedim.Ama yanımda olmasının bana mutluluk verdiğini her hareketimle,sözümle,özümle anlattım.Niye o zaman bu 'Seni Seviyorum' emrivakisi?
Ben dobra konuşmayı severim.Ama burada yazdıklarımı söyleyemezdim.Maviliğini karartamazdım;yapamazdım.Onu kırmayı göze alamazdım.Elinden tuttum sonra. ''Bu yetmez mi?'' dedim. ''Önemli olan bu değil mi?Hadi,hadi bana şarkı söyle!Bu ağır işkenceyi bile göze alıyorsam,artık bendeki yerini anla?'' dedikten sonra elime bir yara izi daha bıraktı.Konuyu böylece kapattım.Sonra,sonrasını boş ver...

Kadınları yavaş yavaş anlamaya çalışıyorum.
Yavaş yavaş anlamamın nedeni gerizekalı olduğumdan değil,
kadınların çok karmaşık bir yapıya sahip olmasından.

Ama iyi ki varlar!
Yoksa biz ne yapardık?? 












18 Haziran 2014 Çarşamba

Adım Adım Ayak İzleri...





Güneş,deniz,boğaz derken İstanbul'un altını üstüne getirdik.Okulun kapanmasıyla birlikte gezi sezonunu açmış bulunuyoruz.Çayır çimen geze geze içimizdeki tüm sıkıntıları terk edip,kafesinden uçan kuşun gökyüzüne özgürce kanat çırpışı gibi bizde kendimizi azat ettik.Lys'ye bir gün kala Gülhane Parkın'dan bir başladık dolaşmaya,Topkapı Sarayı'nda kaşıkçı elmasını, Boğaz Turunda İstanbul'un maviliğini,Galata Kulesi'nden büyük şehri ve tüm insanları,
Galatasaray Kültür Ve Sanat Merkezi'nde Atatürk'ün Galatasaray Lisesi'ni ikinci ziyaretinde kahve içtiği fincanı,(bunu paylaşacağım) ve Taçsız Kral Metin Oktay'ın balmumundan yapılmış heykelini,St.Antuan Katolik Kilisesi'nde çarmıha gerilmiş Hz.İsa'nın önünde dua edip günah çıkaranları ve Dolmabahçe Sarayı'nda Atamızın Harem Dairesi'ndeki çalışma odasını ve hasta olarak yattığı,hayatını gözlerini yumduğu yatağını gördük;duygulandık,gururlandık,orada olduğunu düşünerek şükranlarımızı ilettik ve selam durarak  Atamızın bıraktığı yerden devam edeceğimize söz verdik.Evet,tüm bunları bir güne sığdırdık.Yorulduk ama deydi.Gördük ki,İstanbul'da yaşayıp da bunca güzelliklerden ve Kültürlerden çok kopukmuşuz. Medeniyetler Beşiği diye adlandırılan bir ülkeden yaşayıp da bildiğimiz tek şeyin alışveriş merkezleri olması beni hayıflandırtıyor.Bu kadar gezi ve geziyle birlikte güneş çarpması ve kilometrelerce yürüyüşün getirdiği yorgunlukla ertesi günü  bazılarına göre hayatının sınavı olan Lys'ye girmek büyük işkenceydi.O gece yorgunluktan uyuyamadım.Sınav vakti yaklaştıkça ''Keşke babam uyanmasa da sınava gitmesek..'' diye içimden geçirdiğim bile oldu. 'Yuhhh,bu kadar da olmaz!' dediğinizi duyar gibiyim.Öyle ama,gerçek bu!Sınavda uyuklamaktan çok bir şey yapamadım zaten.Hayırlısı olsun...
Dünde Vialand'daydık. Hafız,Roller Coaster ne muazzam bir alettir yahu!Daha önce deneyimim olmadığı için müthiş bir korku olsa da,karizmayı çizdirmemek için ''Bunda korkulacak ne var yahu!Yolcu treni gibi gelir bana bu!Emniyet kemerini takmadan bile gidebilirim..'' demeseydim iyiydi.Tükürdüğümü yalamış oldum.35 saniye de içe doğru sıçmak nedir onu öğrendim.Bunu bir de fotoğrafla tescilledi oradakiler sağ olsunlar!.Yok böyle korkma!Ama ona rağmen bir sefer daha bindim,naber!! Bütün oyun aletlerini kullandık.Giriş parası 55 lira olunca kuruttuk orayı.Beni en çok geren 360 ve Adalet Kulesi üniteleriydi.Özellikle kule;adaletinizi si... sizin' dedirtti bana.Tövbe tövbe!! Gidin deneyin,anlayacaksınız o zaman beni...
Ama bir ünite vardı ki,tek kelimeyle mükemmel.Fatih'in Rüyası adı.İstanbul'un fethini sesli ve hareketli balmumu heykellerle anlatırken,siz bindiğiniz teknenin içinde Venedik sokaklarında geziyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.İlerledikçe tekne,aşama aşama Fethin canlı tanığı oluyorsunuz.Videosu bende var ama onu daha sonra paylaşacağım.Eğer giderseniz Vialand'a girmeyi unutmayın derim.
Kime derim?
Bilmem,öylesine derim!

Hadi biraz paylaşımlara bakalım...
Metin Oktay'ın arkasında olan yazı pek okunmuyorsa fotoğrafa tıklayın,büyütün.
Fincan fotoğrafı ve diğerleri içinde geçerli bu....



İşte sözünü ettiğim fincan...
 Sadece futboluyla değil,saha içi ve saha dışı kişiliğiyle taraflı tarafsız
herkesin gönlünde ayrı bir yeri olan o kutsal insan:

METİN OKTAY...

Ruhu Şad olsun....


Ali Sami Yen olmadan olur mu hiç Galatasaray!!!




Bu ise Tuna Lisesi'ne veda fotoğrafı.
Tanıdığım ve tanıyabileceğim en kral hoca ve hakiki dostlarla buruk veda gülümsememiz...

Görüşmek üzere...!

8 Haziran 2014 Pazar

Şöyle Böyle...



Yaklaşık bir saat önceden buluşma yerine,Gülhane Parkı'na geldim.Parkın denize bakan bölümündeki oldukça mütevazi olan çay bahçesinin beş tanesinden dördü kırık sandalyeli masasına oturdum.Bütün masaların dolu olduğundan mütevellit,kimsenin poposunu yakıştıramadığı kırık sandalyeli ve ortasında iki büyük delik olan masanın köhneliğiyle bir köşe atılmış gibi hissettim.Sanki,işletmenin kuş kadar maaşıyla çalışan çopur suratlı,soluk benizli,saçlarının bazı bölgelerinde beliren beyazlıklarla orta yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim garson kardeş,manzaranın en güzel görüldüğü sağlam sandalyelere oturmuş müşterilerin ne istediklerini 'Efendim,ne arzu edersiniz?' diyerek kibarca sorarken,gariban bir masada gariban gibi oturan bana 'Şşşt!Heyyy!Sana diyorum!Ne istiyon?' gibi mağrur bir üslupla,beni küçümseyici bakışlarının altında ezeceği rehavetine kapıldım.Öyle ya,hepimiz birbirimizi giydiğimiz kıyafetlerin kalitesine,bindiğimiz arabanın beygir gücüne,oturduğumuz evin bahçesindeki havuzun büyüklüğüne ve cüzdanımızın şişkinliğine göre yargılayıp,tavrımızı ona göre belirlemez miyiz?Bizi 'Beyefendi' veya 'Hanımefendi' yapan,paranın bizdeki miktarı değil midir?Takım elbise giymiş tanımadığımız birisine sormak istediğimiz bir şey olduğunda,çıt kıldım bir tavırla 'Beyefendi' ya da 'Affedersiniz..' gibi nezakettenden kırılırcasına bir üslupla girizgah yaparken,misal;bir simitçiye salla baş bir tavırla yaklaşıp sorumuzu sorarken,hodbin kişiliğimizi konuşturmaz mıyız?Çünkü o simitçi;paçavra kıyafetlerle ekmek parası kazanmaya çalışan bir emekçi.Takım elbiseli:Beyefendi.Çünkü o göz alıcı derece şık.Belki de bir silah kaçakçısı ya da uyuşturucu baronu.Fark etmez:Beyefendiliğini değiştirmez bu.Görünüş ve gösteriş ön yargılarımızın en temel sebebi.Herkesin en azında bizim sahip olduğumuz kültüre ve statüye sahip olmasını bekleriz.Olmayanları ise ötekileştiririz.İnsanlık bu değil! Dinimizce bile
 ''Gururlanıp insanlardan yüzünü çevirme;yeryüzünde kasılarak yürüme.Çünkü Allah büyüklük taslayan ve övünenleri sevmez.Ne çok yavaş,ne de koşarak,vasat bir şekilde yürü!'' buyruğu salık verilmiş.Yürümenin bile adabı var görüldüğü gibi.İnsan olmak bazıları için emin ki hiç kolay değil... 
O masadan diğer masaların boşalmasını beklerken,bu zamanı olumlu değerlendirmek için,yanımda getirdiğim fotoğraf makinesiyle güzel manzaranın resimlerini çekmeye başladım.Bazen gizlice el ele,burun buruna vermiş,kendini bu dünyadan soyutlamışa benzeyen çiftlerinde fotoğraflarını çekiyordum. Kadrajı hangi çifte çevirsem hepsinde aynı ifade:Mutluluk.Öyle böyle mutluluk değil ama!Sanki ''aşkı yaşamayan bilemez.'' dercesine bir mutluluk.Bir insanın bir insanda mutluluğu bulması kadar güzel bir şey olamaz.Sadece bir çift elle,bir gülüşle bahtiyar olmak... paha biçilmez!
Ben bekliyordum! 'Şimdi gelir herhalde! dediğim anlarda gelmeye bayılırdı.Denizden esen meltem serinlik veriyordu.Kız Kulesinde bir kadın boynundan öpülüyordu.Bir martı,fotoğrafını çekmem için bağırıyordu.Çay bahçesinde ben,bir kadını bekliyordum.Geldi.Belimden sarıldı.Başını omzumun üzerinden uzatıp,göz açıp kapayıncaya kadar yanaklarıma dudaklarının izini bıraktı.Sonra öylece durup,bir süre sustuk. 'Hiç birlikte çekilmiş fotoğrafımız yok bizim!' dedi. 'Hazır makine de varken...' 'Sus' dedim, 'Bozma anlık huzurumuzu.' Bıraktım kendimi.Gözlerimi kapattım.Ensemdeki sıcak nefes,elimdeki terli el,vücudum da hissettiğim kalbinin atışı... hiçbir şey bu denli mesut edemezdi beni.İçimde çığ gibi büyüyen bir ateş... her yerim yangın yeri.
'Oturalım mı artık?' dedi. 'Artık hayata dönebiliriz..' dedim.O kısacık zamanda yaşadığım neyse,çok güzeldi.
Birisi bizi resmetmeliydi belki....
Oturduk.Konuşurken elini elimin üstüne koyması,güzel soluğu soluğuma karışırcasına bana yaklaşması... bunlar bana kendimi unutturuyor;üstüme şimşek çakmış gibi oluyorum.Yıllardır başka bir kadınla kurduğum bu güzel hayalleri,şimdi bambaşka bir kadında gerçekleştiriyorum. Gel de sövme şimdi anasına avradına bu hayatın!Hep kendi dediği olacak.Bizim istediğimiz değil,onun bize sunduğu hayatı yaşayacağız.Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime diyordu ya bir şarkıda,aynen öyle işte;korkuyorum ne olacağı belli olmayan yarınlardan artık...
Tekrar bize dönelim iyisi mi biz!Uzun uzun konuştuk.Bir ara,aşka gelip bir şeyler mırıldandı.Ta ki ben uzaklaşan bir martıyı gösterip ''Kuşları göçe zorlayan bir sese sahipsin!'' diyene kadar.Hiç şikayet etme Onur,hak ettin çimdiklenmeyi! Hayatıma giren her kadın mutlaka iz bırakır bende.Ama bu sefer ki kalbimde değil,elimde.

Berrin'le iken kendimi daha iyi hissettiğim açık.Güzel bir gün geçirdik.
Güzel şeyleri yazmak gerekir ki,sonradan okuyup mutlu olsun insan...
Benden bu kadar!!!













7 Haziran 2014 Cumartesi

Aymaz...




Haddimden bildiriyorum!

Zaman usulca kulağıma fısıldadı;bana bırakma!
Ben sadece üstünü örterim,içinde öldür!



BAŞKA BİRİ OLACAKSIN

Başka biri olacaksın istemesen de
Tenine başka bir ten dokunduğunda
Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle
Başka bir nefesle karşılaştığında nefesin

Başka biri olacaksın istemesen de
Gece uykunda ya da gün ortasında
İrkileceksin apansız bir duyguyla 
Bir uçurum kıyında sendelemiş gibi

Başka biri olacaksın istemesen de
Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin
Tüketecek ömürlerini birer birer
Değişecek yeri bir dolabın,pencerede bir çiçeğin

Başka biri olacaksın istemesen de
Dudaklarında benden sonraki bir çizgi
Tanımadığım bir ton gülüşünde
Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin


sonra,sonra başka birisin...









1 Haziran 2014 Pazar

Doğum Günü Şakası...




Doğum günlerim hep bir sevinç kaynağı olur çevremdekilere.Arkadaşlarım pastayı genelde bana aldırdıkları için mi acaba?Sağ olsunlar,bana sürpriz yapmayı çok severler.Her doğum günü aynı numarayı bıkmadan usanmadan tekrar ederler.Palas pandıras bir kafeye götürülürüm,biraz futboldan,biraz edebiyattan,biraz alaylı üslupla Fatih'in ömrünü verdiği ama halen bir aşama kaydedemediği futbol takımındaki geleceğinden,fazlaca da kadınlardan bahsederiz.Erol mesela 'Hayat çok anlamsız geliyor bana artık!' der.Oradan Kerim,bir şair duyarlılığıyla elini sigarasına götürür,güçlü bir duman çeker içine,karartır organlarını,sonra; 'Ulan senin hayatın nasıl anlamlı olsun?Kaç aşk yaşadın ki sen?Bir erkek için hayat,seven bir kadının sımsıcak elleriyle anlam kazanır.İngiliz anahtarını tutmayı bırak da,birazcık insan eli değsin eline!' der. Tesisatçı olan Erol'da tek bildiği edebiyat olan fakir edebiyatına başvurarak 'Ekmek parası beyim!Ne yaparsın.!.' der. 'Geç bunları anam babam,geç!Ne yani,aşk yaşayan insanlar işsiz mi?Onlar ekmek parası kazanmıyorlar mı?Yoksa sevmek-sevilmek avarelerin,bir baltaya sap olamamış vakti bol insanların olayı olarak mı görüyorsun?Bırak bu ucuz bahaneleri...'' deyip ivedilikle Erol'u oracıkta köşeye sıkıştırır,cevapları güç sorularla baş başa bırakıp,zevkle çırpınışını seyrederim.Halbuki,hiç kimseye hesap vermek zorunda değildi.Üstelik hayat aşktan yahut kadından da ibaret değildi.Ama ikisinin de ölmeden önce tadına bakmak gerekirdi.Bir kadınla oturup bir kahve içmek,gözlerinin içinde kaybolmak gerekirdi.Ellerinde kutsanıp,dudaklarını,boynunun en güzel yerini öpmekten renksiz bırakmak gerekirdi.Yudum yudum güzelliğini içmek,uzun uzun sevişmek gerekirdi.Bir kadınla yapılacak her şeyi yapmak gerekir şu kısacık ömürde.O zaman bir nebze hayat denen tiyatro izlenebilirdi.Aşkınsa,en güzelini değil,en inançlısını ve en inatçısını yaşamak gerekir.Sevmek için inançlı,ayrılmamak için inatçı olmak gerekir.O zaman insan güneşin doğuşuna anlam verir işte!Bu sabahların bir anlamı olduğunu düşünmediniz mi hiç?Hayatımızın merkezinde her ne varsa,sabahlar onun içindir.Ama kocaman bir boşluksa yüreğiniz,her sabah siyahtır o zaman.Bitik bir şekilde,bir an önce yitip gitmesini istersiniz günün.Yitip,bir daha yaşanmaması..!!
Her neyse işte,uzun uzun konuşurken böyle,bir anda pasta gelir mumların titrek ateşiyle.En güzeli de,suratımdaki mutlu ve şaşkın ifadeyi görmek için çırpınan bir yığın insanın olması. ''Aaa,nereden çıktı bu böyle?Hiç beklemiyordum..'' ifadesi okunmazsa suratımdan,zevk alamazlar kesinlikle.Güzel insanlar sizi.. :) Sonra pastalar yenir,kahveler içilir ve o dostlar bir bir bahanelerle masadan ayrılır. ''Çok sıkıştım.Lavaboya gidip hemen geleceğim'ler, bir arkadaşı gördüm,gitmezsem ayıp olur şimdi'ciler,fırın kapanmadan ekmek alayım'cılar...'' v.b bahaneler işte.Hatta bir keresinde Oğuzhan bahane bulamayıp ''Ben bir duş alıp geleyim...'' demişti.Gerçek bu,şaka değil.Bende ''Üç ağza,üç buruna Ozi.Sonra boydan.Unutursan ara beni?'' demiştim.Ne adamlar ya. :) Tamam,ilk üçünde yedim numarayı ama o kadar.Beşinciyi yapmanın bir manası yok.Yine denediler utanmadan.Ama bu sefer bende onlardan sonra hemencecik hesabı ödemeden çıkıp gittim.10 dakika sonra aradılar ''Onur,doğum günün kutlu olsun.Hepimiz burada seni en içten dileklerimizle kutluyoruz.Sana bu yıl ki sürprizimiz yine aynı:Hesap fişi... :) Öde de bize gel.Hadi görüşürüz...''  Öğrendiklerinde gerçeği asıl sürpriz onlara oldu.Tabi olan pastahane sahibine oldu.Benim suçum yok,hep bu hayasızlar yüzünden.Neyse sonra öderiz parasını.Kul hakkına girmeyelim boş yere...
Böyle işte.Olduk mu sana yaş on dokuz?Ne zaman bunca sene geçti gitti gözümün önünden,anlamadım!Bakmasını mı bilmedim dersiniz.?Belki...
Bir on dokuzu daha görür müyüm,bilmem!Ama şu on dokuzluk ömrümde sanki,ruhumda yüzyıl yaşanmışlığın yorgunluğu var.Bedenim genç ama ruhum bastonla dolaşıyormuş gibi.Niyedir acep?Bilgedir ruhum benim,o söyler ben yazarım.Ondandır çok bilmişliğim...

Salı günü Şişli Kent Kültür Merkezi'nde  yapılacak törenle Sihirli Mikrofon Ödülleri sahibini bulacak.Onlarca renkli kişilik,radyocu,televizyoncu orada olacak.
Gitmezsem ayıp etmiş olurum kendime.Hem Cem Arslan'la da biraz sohbet ederiz.Uzun zamandır görmedim reisi.. Hadi bakalım. 
Görüşürüz sonra....