28 Aralık 2014 Pazar

Ne Garip,Beğenmeleri Yetti...




''Bostan dolabının yanındaki,suları bana kahverengi gözüken,o küçük ve eskimiş havuzdaki solgun ve kederli nilüferlere gidip bakardım çocukken.Babam,onların kökleri olmadığını anlatmıştı bana.Neden bu çiçekleri hep bir şeylere benzetmek için kullandıklarını ancak büyüyünce anladım.Yalnızca bu çiçekler,hep bir yerlere gidecekmiş gibi azade ve özgür oluyorlar ama küçük bir havuzun içinde bir yere gitmeyen bir çiçek;bütün bir hayatın özeti buydu.Bende bir yere bağlanmadım ve bir yere gitmedim;öyle solgun nilüfer gibi bir havuzun içinde yalnız başına durdum,köklerimi salamadım. Ne,olduğum yere sağlamca yerleştim,ne başka diyarlara kaçabildim.Bana bakanlar,beni seyredenler,beni sevenler oldu ama kimse yakasına takmadı beni,kimse odasına koymadı,kimse beni sulayıp büyütmek için uğraşmadı.Onlara ihtiyacım olmadığını,havuzumda tek başıma yüzebileceğimi düşündüler.Ben de bu yüzden kederi,yalnızlığı,kirlenmeyi öğrendim ve hayata benzedim.Ne garip,başka bir şey de olmak istemedim;beni beğenmeleri yetti bana...''

Tehlikeli Masallar...



22 Aralık 2014 Pazartesi

Ayrı Duygusal Zamanlarda...





AYRILAN

Aşkı doğuran şey nedir;
O yakınlığı,iki can arasında?
Ve kopuş ne zaman başlar?
Ne zaman biter bir sevda?

Bir kurt gibi içten içe
Gelişip büyür çürüme
Bir an gelir ki aynı mekandasınızdır
Ayrı duygusal zamanlarda...



16 Aralık 2014 Salı

Masal Gibiydik;Ayrılışımızda....




Bir gönül sayfasınıda böylece sükunet içinde kapanmış oldu dostlar.Dramatik bir hale getirmek istemiyorum ama tüm vedalar yapısı gereği birazcık hüzünlü galiba.Berrin'den ayrılma konuşmasını yaparken aklıma Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde kitabında ayrılanlar ile ilgili yaptığı şu muazzam saptama geldi: İki sevgili ayrılırken şefkatli konuşan taraf aslında sevmeyen taraftır. Kendimi bir an o 'şefkat' budalaları gibi hissettim.Çekici olduğundan çok daha zeki olduğu için Berrin,sözün sonunu kavradı ve benim şefkatli konuşma metnime hemen müdahale edip, 'Sen benden ayrılmaya mı geldin?' diye sordu.Bir sokak köpeği gibiydi gözleri;hüzünlü ve ıslak.Sayıklar gibi 'Evet!' dememle 'Bekliyordum zaten!Hemde uzun bir zamandır bekliyordum.Dert etme,bu beklenti sana fazla bağlanmamı sağladı.Yaklaşık dört aydır seninle birlikteyim ve itiraf etmeliyim ki iyi vakit geçirdim,sende aksini iddia edemezsin.Bu eğlenceli ilişkinin bitmesi değil,hüzünlü bitmesi beni üzer.' Yüzündeki o hüzünlü ifade bir lahzada silindi.Lisenin son günü gelip bana kalbini açarken ki heyecan ve mutluluk yayıldı yüzüne.Şaşırmıştım!Şaşkındım çünkü,içinde bulunduğumuz durumla duyguları arasında hiçbir mantıklı bağlantı yoktu.Biz kitaplardan,dizilerden,filmlerden vedaların fazlaca melodram havasında geçmesine aşinaydık,neydi şimdi bu böyle? 'Ne istiyorsun?' dedikten sonra 'Mesela güzel bir vapur turu yapalım.Sen her zaman yaptığın gibi boğaz kıyısındaki yalılara bakıp 'Kim oturuyor buralarda yahu?' deyip hayret et,sonra beni ilk kez balık yemeye götürdüğün yere gidelim... ' Burası Haliç Köprüsü altındaki mütevazi bir balıkçı restaurantıydı. Berrin'in balık sevmediğini ilk o zaman,zorla yuttuğu balığı kendi tabağına çıkardığı zaman öğrenecektim.'Madem sevmiyorsun,başta neden söylemedin?' dediğimde 'Belki severim diye düşündüm.Daha önce hiç yemedim,kokusu bile beni çıldırtırdı.Ne bileyim böyle olacağını...' demişti. 'Sonra,' dedi 'Sonra Kapalı Çarşı'daki kuru yemişçilere yine gidelim.' Tam olarak ne zaman olduğunu kestiremiyorum ama bir gün Berrin'le öylesine kapalı çarşıya gitmiştik.Bir an ikimizde yemişlerin kokusundan etkilenip,canımız istemişti;özellikle de en pahalısı olan Antep fıstığından.Günün sonuydu ve beş parasızdık.Sonra aklımıza bir şey geldi:bir müşteri gibi girip,tek tek hepsinin tadına bakıp,ardından almaktan vazgeçtiğimizi söyleyip biraz olsun fıstıkları midemizi indirebilirdik.Hatta bunu diğer dükkanlarda da yapıp tam doyuma ulaşabilirdik.Evet,bunu yapmıştık!Üstelik tezgahtarın 'Yeter be adam!Alacaksan al artık..' dercesine bakışları altında.Ne gündü be! 'Sonra?' diye sordum.Gerçekten sonrasını merak ediyordum. 'Bana söz ver,bu sefer karaoke yapacaksın.' dedi. 'Ooo,Karaoke Bar'a gideceğiz yani ha!Olur!' dedim.Olayların böyle gelişeceğini hiç ummazdım;zaten üstümdeki şaşkınlığımı gecenin sonunda gittiğimiz karaoke bar'da ancak atabildim.Dediği hepsini yaptık,üstelik ayrılacakmış gibi değil,sanki yeni başlamışız gibi.Taksim karaoke bar'da bazen cılız bazen kaba bazende soytarı sesli insanların şarkı söyleme eziyetine katlanırken son derece eğleniyorduk.Sıra Berrin'e gelmişti.Her zamanki gibi sesi vasatın altındaydı.Hatta insanlar bana bakıp 'Allah yardımcın olsun..' dercesine acıyarak bakıyorlardı ara sıra.Ama son derece eğleniyordum.Sahnedeki Berrin'i izlerken bir an aklıma şu soru geldi:Ben neden ayrılıyorum ki bu kızdan?Uzun bir süre onu izleyerek düşündüm. 'Hissetmiyorum.Onu hissedemiyorum...' cevabını mırıldandı dilim.Onunla çok iyi arkadaştık,ama asla sevgili değil. 'Hangi arkadaş öpüşür dudaktan,hangi arkadaş sinemada şehvet dolu anlar yaşamak ister?' diye sorabilirsiniz.O vakit bende size 'Çıkar arkadaşlığı' derim.O beni kadınsı dürtülerini tatmin etmek için istedi belki,bende onu bir kadını unutmama yardımcı olsun diye öptüm diyebilirim öyleyse.
Sahnedeki benim kısa karaokeyimden sonra çıkıp,biraz yürüdük.Ardından durağa gidip,bizi ayıracak otobüsü beklemeye başladık.İkimizde de garip bir mutluluk vardı.Göz göze gelsek kahkaha atmamız işten bile değildi.Bu yaptığımız şeyler bir 'Veda' ya da 'Ayrılığa' hiç uymuyordu.Otobüsü uzaktan görününce dönüp birbirimize baktık. 'Seni güzel hatırlayacağım.' dedi. 'Bende' dedikten sonra hızlıca alnından öptüm.Şaşırdı.'Neydi bu şimdi? dedi,güldü. 'Çok aşk film izliyorsun galiba adamım.Seni hınzır...' dedi.Sonra otobüse bindi ve sonsuza kadar gitti.
İçimde tarifsiz bir sevinç vardı.Kimsenin kalbi kırılmamıştı,göz yaşı dökülmemişti,tokat atılmamıştı,seviyesiz sözler edilmemişti;gayet mutlu bir şekilde bir ilişki bitmişti.Belki de insanlık tarihinde bir ilk olabilirdi.O zaman daha iyi anladım birbirimizin sevgili değilde 'çıkar arkadaşlığı' ilişkisi yaşadığımızı.Yeterince oyaladık birbirimizi ve zaman sona erdi.Tadında bırakmak en iyisiydi ve öylede oldu.
Şu hayatta en olmadık şeyler bile unutulur diye buraya bu serüvenin yıllar sonra tekrar okunup hatırlanması için gururla yazıyorum.Ve bu Berrin konusunu sonsuza kadar kapatıyorum.
Yalnızlık buhranı yazılarıma hazır olun.
Şaka bir yana,yine yeni yıla yalnız gireceğim.
Vay arkadaş ya! :) 
Herkese iyi geceler efenim...


10 Aralık 2014 Çarşamba

Sızısız Veda...!





'Sen çok iyi birisin..' dediğinde içimden kocaman bir 'Hayır' çığlığı duyduğumu anımsıyorum. Sonra 'Sen benim kim olduğumu,nasıl hissettiğimi nereden bileceksin be kadın?' derim,ama duymaz o;hep içimden söylerim.Tanıdığını zanneder bir günü bir gününe uymayan ve derbeder duygularının içinde can çekişen beni.'Ne demek neden?Şakacısın,diğerleri gibi kötü düşünmüyorsun ve her şeyden önce şiir yazıyorsun.Şiir yazan biri kötü olamaz ki zaten..' der nedenini sorduğumda.Kötüden neyi kastettiğini sormadım ama tahminen kendisiyle birlikte olmamın sebebinin,birçok erkek gibi onu kadın yapan göğüslerine ve dolgun kalçalarına ilgi duyduğum ve bir an önce onlara ulaşmak adına 'iyi' taklidi yapmak zorunda kaldığım için değilde,kalpten en temiz duygularla sevdiğim ve bunu da ona sonuna kadar hissettirdiğim için olsa gerek.Ben hiçbir kadını bir et parçası olarak görmem;güzel gülüyorsa ve zekiyse tabi.Ama her zaman söylerim,bir kadınla yaratanın en büyük sürprizi olan 'ölüm' gelip bizi bulana kadar her şey doya doya yapılmalıdır.Uzun uzun sevişilmeli,ellerinden yemekler yenmeli,sonbaharda yaprak çıtırtıları arasında yürünmeli,saçları tel tel öpülmeli,bir çocuk gibi dizinde yatıp uyunmalı ve yeri geldiğinde biraz ona daha az bize benzeyen kızıl yanaklı,çakır bakışlı bir kız çocuğu koynumuzda tüm masumiyetiyle rüyalara dalmalı.Daha fazlasını sizin yaratıcılığınıza bırakıyorum.Bunlar güzel,hoş şeyler.Herkes yaşamının bir yerinden mutlaka olsun ister.Ama dejenere olmuş küresel dünyada giderek sevmenin ve sevilmenin değeri azalır hale geldi.Zamanında imkansızlıklar içinde yaşatılan aşk,şimdi iletişim çağında can çekişir halde;al sana ironi.Bu nedenle Berrin'i hak ettiği sevgiye ve değerini çok daha iyi bilecek o şanslı kişiye azat etme vakti geldi.O,bana içimdeki depremin ağır yıkıntıları arasında can çekişirken elini uzatıp,kahredici acıdan uzaklaştırmış,hayat vermişti.Minnettarım gözlerine... mavinin en güzel tonunu gördüm.Bir dünya daha vardı sanki o maviliklerde.Minnettarım gülüşüne.. nasıl silinsin zihnimden.
Kendisini sonsuz mutluluklara gönderiyorum,bunu zamanla anlayacaktır. Bütün terk edenler yahut sevdiğine bir kez olsun şans vermeyen katı yürekliler gibi 'Sen daha iyisine layıksın'klişesini kullanarak değil,anlayışla alnında öperek veda edeceğim.Berrin'i sevmedim ve onunda beni sevmesine hiçbir zaman izin vermedim.O yüzden acısız ve çok medeni bir son olacak.
'Şiir yazan kötü olmaz ki..' derdi.
Doğruydu;sana en güzel vedamı yapıyorum.
Seni alnında öpüyorum...





4 Aralık 2014 Perşembe

40 Paralık Adam...



Hepiniz 40 PARALIK adamsınız...

Nereden çıktı bu 40 paralık lafı?
İşte,müthiş hikayesi...












28 Kasım 2014 Cuma

Sen Hiç Sevdin Mİ Adaşım..?








Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?
Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım,
Sen hiç sevdin mi?

Yahut sevgilin seni sevmiyordu..
O zaman ne yaptın?

Sen sevgiline ne verebilirsin ki sanki?
Kalbini mi?
Pekala,ikincisine?
Gene mi o?Üçüncü ve dördüncüye de mi o?
Atma be adaşım,kaç tane kalbin var senin?

Peki ama,bu sevmek midir be adaşım,
bir kadını öpmek,onu istemek sevmek midir?

Çırılçıplak soyunarak şehrin sokaklarında koşabiliyor musun?
Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak 
ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu?
Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı?
Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misin?

Aşk sana bunları yaptırabilir mi?
İşte o zaman sana seviyorsun derim..


Alın size muazzam aşk testi...
Aşk bunları yaptırabilir mi?
Sorgulayın bakalım kendinizi...










22 Kasım 2014 Cumartesi

Hata Ve Aptallık...!



Efenim,bu gördüğünüz iki değerli fotoğraf çok değerli bir filmin(bize göre) fevkalade can alıcı sahnelerinden kesitler olup,emeğin,çabanın,arzunun ve amatörlüğün harmanlandığı otuz beş dakikalık filmden maalesef ve maalesef geriye kalan son görüntüleridir.Uzunca süredir; 'Hafız bir şeyler çekelim yahu...' diyerek birbirimizi heyecanlandırıp ama hiçbir zaman arkasında durmayarak havada kalan istekler silsilesinin ardından,yaklaşık bir ay önce hafif yağmurlu bir gece uzunca saatler sonunda naçizane bir senaryo yazma şerefine eriştim.Hiçbir zaman giriş cümlesi olarak yazmayı tasarlamadığım alelade bir cümleyi bir anda bilgisayarımın beyaz ekranında gördüm: 

'Adam,makul bir durgunlukla ölü olan bedenini izler...'
Aşağıda konusundan ve yaşanan hüsrandan kısacık bahsedeyim.!

Ah be,
resme tıklayınca ekranda büyüyor ya,perdede ne şık dururdu diye hayal etmekten kendimi alamıyorum!

Anlatıyorum olanları!





_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=_=



Filmin başındaki bu sahne aynı zamanda filmin finali olup,neden genç kahramanımızın (Yani benim) henüz on dokuz yaşındaki bedeni beyaz kefenlere sarılı olduğunu hızlı bir kurguyla anlatılmaya başlıyor.Ölüm nedeninin uyuşturucu bağımlılığı yüzünden olduğunu,bağımlığının nedeni ise kendisini terk eden sevgilisiyle başlayıp,hayattan zevk alamamasına,işsizliğine,ayrı ve ilgisiz anne-babaya v.b kendini değersiz hissettiren her şeyden bir anlık kaçış için uyuşturucuyu sığınak olarak benimsemesiyle devam edip,genç yaştaki ölümünün ardından kendisini bir ölü olarak sorguya çekiyor ve yaşasaydı hayatının geri kalanı için olacaklara kocaman bir 'Acaba?' sorusunu soruyor.Ondan önce kendisini adım adım ölüme götüren olaylar izleniyor ve 'Keşke'lerle 'Acaba'lar çarpışıp,geriye kocaman bir pişmanlık kalıyor...
Konusu genel hatlarıyla böyle.Daha önce tasarladığım bir mevzu kesinlikle değil.Yukarıda belirttiğim giriş cümlesiyle başlayıp,sonradan kendiliğinden peyda olmuş bir hadise.Senaryoyu bitirdikten sonra, 'Hadi bunu çekelim..' deyip Sezer'e,Mehmet'e ve 'Sığır' Halil'e (Sığır dememin nedenini açıklayacağım)senaryoyu mail attıktan hemen iki gün sonra arkadaştan tedarik ettiğimiz kamera ve ışık argümanlarıyla işe koyulduk.Yaklaşık yirmi gün gibi bir zaman aldı.Toplamda on dokuz kişi filmde oynama kibarlığını gösterdi.Kamera önünde olmayı hiç sevmeme rağmen baş rol bana uygun görüldü.Sonrasında bu otuz beş dakikalık kısa filmi okuldaki hocalarıma göstermeyi planlıyordum.Bu hiçbir zaman mümkün olamayacak çünkü yukarıda belirttiğim 'Sığır Halil' antika kamerayı düşürüp,içindeki emeği,çabayı sonsuzluğa gönderdi.Evet,bunu yaptı!On dokuz kişiye tek tek hesap vermesi gerekmez mi?İnsani bir hata olsa belki sineye çekilebilir.Ama bu tamamen salaklıktan ibaret bir davranış.Defalarca 'Kamerayı kılıfında taşı,antikadır,aman dikkatli ol,emek boşa gitmesin..' uyarılarımızı hiçe sayıp,mesuliyetsiz davranışı sonucunda geriye kendisine sadece kocaman bir öfke kaldı.Ve kendisini tıpkı onun filmime yaptığı gibi hayatımdan çıkartıp,sonsuzluklar evrenine terk ediyorum.Yaratandan da bir daha karşıma çıkarmamasını diliyor,aksini ise düşünemiyorum.O gün fiziksel herhangi bir zarar vermememin tek nedeni,başladığım zaman duramayacağımı ve en nihayetinde de onun adına çok kötü bir final yapacağımı önceden biliyor olmamdır.Beni bilen bilir, çok çok zorlamadıkça insanlara şiddet uygulamayı asla sevmem ve tasvip etmem.Her şeyin konuşularak çözüme kavuşacağına inanırım.Lakin,insanların sabrı da bu denli sınanmamalıdır.Hepimizin büyük bir sabır imtihanından başarıyla geçtiğimiz kanısındayım.Linç etmeye ramak kalmışken,kendimizi durdurduk;değmezdi. 'Hata neticede insanlara mahsustur,fazla tutucusun,abartıyorsun!...' diyen olabilir.Hatta bazılarınız 'Hatasız kul olmaz...' da diye bilir Orhan Gencabay'ın o müthiş eserinden alıntı yaparak.O vakit bende derim ki size:Hata ile aptallık arasında ince bir çizgi vardır.Hata,bütün tedbirler alındığı halde,insanın önleyemeyeceği,önüne geçemeyeceği  bir şansızlığın gelip kendisini bulması sonucu yaşadığı hayal kırıklığıdır.Aptallık ise,göz göre göre yapacağını bildiğin bir hataya önlem almayıp,işi şansa bırakmaktır.Kameranın kılıfta taşınması kameranın olası bir zarar görme ihtimaline karşı,yani hataya önlemken,bunu bilerek ve isteyerek yapmayarak kameranın düşüp parçalanmasına izin vermek,APTALLIKTIR.
Üzüldüm mü diye soracak olursanız,hayır;üzülmedim.Her şerrin bir hayra vesile olacağına inanırım çünkü. 'Üzülme,kaybettiğini sandıkların belki de kurtulduklarındır...!' demiş ya şair,hak veriyorum.Halil'i sonsuza kadar isteyerek kaybettim;üzüldüm.Çünkü futbol oyununda tek fark atabildiğin yegane insandı kendisi.Ama sevindirici yanı ise o sorumsuz adamdan sonsuza kadar kurtulmuş olmamdır.Belki ileride daha aptalca bir şey yapıp,daha  fena bir sinir krizine girmemize neden olabilirdi,haksız mıyım?
Hem zaten hayat üzülmeye,sinirlenmeye değmeyecek kadar kısa değil mi?
Olanla,ölüne çare de bulunmazmış zaten...
O zaman kaldığımızı yerden biraz eleme yaparak,yanımızda olmasını istediğimiz insanlarla  her zaman ama her zaman gülerek yaşamaya devam.
Mutluluğunuza gölge düşüren herkesi ne kadar yakın olursanız olun kendinizden uzaklaştırın!
Ama sizi mutlu eden yahut yanınızda olmasından mutluluk duyacağınız her kimse bir an evvel ona ulaşın.
Nefes alışverişimiz bile sayılıyken ey dostlar,bu neyin mutsuzluğu,çekingenliği...

Şairin dediği gibi: 
'Bir akşam uyudu;uyanamayıverdi olacak...'

Görüşmek üzere...










12 Kasım 2014 Çarşamba

Zor Olacak Ama,Yaşamı Sevin...!



''Hayat yaşandığı kadar vardır.Gerisi ya hafızadaki hatıra,ya da hayaldeki ümittir.
Hüsranı ise bir tek yerde kabul ediyorum.
Yaşamak,sevmek mümkünken hiçbirini yapmamış olmakta.'' 
-Elif-

''Yaşamak güzel şey be kardeşim'' -Nazım-

''Çok az insan yaşamı gerçekten sever,bunun böyle olduğunun kanıtı da değişim korkusudur.'' 
Andre Gide


''Bütün birleşerek var olan,parçalardan oluşan şeyler,tekrar dağılabilir,yok olabilir şeylerdir.
Kendi kurtuluşunuz için çalışın.''
 Buddha

Soluk soluğa yaşamalı insan
Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
Ve cehenneme de dönse bütün ömrün
Mutlaka bir şey değişmeli her gün...


(Edirne'deki yeni hayatına bir senedir alışamayan ve her konuşmamızda 
'Çekilmez bu hayat!' 
diyerek yaşamın tatminsizliğine dem vuran Ebru'ya selamlar olsun...)

O,burayı bilemediği için ne yazdığımı okuyamayacak ama
 hasbel kader yolu bu blog düşen ey insanoğlu: 
Ve cehenneme de dönse bütün ömrün
Mutlaka bir şey değişmeli her gün...

Anladınız siz...!




6 Kasım 2014 Perşembe

Acaba..?





Bir benim başıma mı gelir,bilmem!Milyonlarcasını görsem etkilenmem ama bazısı öyle derin,öyle masum bakar ki,içinizdeki uyuyan güzel duyguları o an harekete geçirir.Her şeyi unuttursun o vakit,uzayıp gider zaman sonsuzluğa.Bir kadının ama özellikle masum bakan bir kadının gözlerinde dinlenmek,oradan sana doğru gelen muazzam huzuru her hücrende hissetmek.. nasıl güzeldir,anlatılmaz.Ben anlatacağım ama!Anlatmazsam öleceğim çünkü.Her zamanki gibi sakin,zaman zaman eğlenceli,kimi zaman huzursuz,ama hiç değişmeyen bolca düşünceli bir okul gününün sonunda,beni eve götürecek çift katlı otobüse pek de kalabalık sayılmayacak bekleyenlerin arasından kolayca sıyrılıp,koşar adım bindim.Şoföre selam verdim ama aldırmadı.Çünkü gözü kart cihazına sabitlenmiş,sanki avının bir hatasını bekleyen fırsatçı aslanlar gibi cihazın ekranına bakıyor,kartı kullanmadan gizlice arkaya gidebileceğim korkusuyla tedirgin ve bir o kadarda huzursuz gözlerle seyre dalıyor,havada kalan selamım ise açgözlülüğün sefil iradesini ele geçirdiği şoför yüzünden umarsızca yere çakılıyordu.Biraz ilerledim.Daha çok ilerlemek isterdim ama insanlar her köşebaşını kapmış,ayaktakiler de yerinde memnun olunca mecburen yerimde saydım..Şoförün 'Arkalara doğru ilerleyelim.Gelen var,hadi ablacım.!'diye bağrışı da benim selamım gibi havada kaldı.Şoförün bana yaptığı terbiyesizliğin cezasını da otobüsteki diğer yolcular onu umursamayarak vermişlerdi;yahut ben öyle düşünmek istedim.Neyse efenim,biz asıl konumuza dönelim!Kafamda bir an önce eve gidip,şöyle bol köpüklü kahve yapıp, iştahla içerken kitaplara göz gezdirmek,belki önceden okuduğum kitapların altı çizili cümlelerini bulup,o zamanlar neden bu kelimeleri işaretlediğimi  düşünerek vakit geçirmeyi tasarlıyordum.O derece kaptırmışım ki bu keyifli düşüncelere,önümde duran baştan ayağa siyahlar giymiş ay suratlı kızı görmemişim.Siyah deri montu ve siyah hafif yırtık pantolonuyla bohem bir havası vardı.Yüzünün sol tarafı bana dönüktü ve gülüyordu.Uzun yolda yorulur diye üç yahut dört yaşında tahmin ettiğim kardeşini oturacak yer bulamadığı için otobüsün girişindeki uzun ve geniş bir bölmenin üzerine oturtmuş oynuyordu.Anneleri ara sıra arkalardan 'Kızım,kardeşini tut da düşmesin,amana ha!' diye sesleniyordu.İlk önce 'her zamanki kızlardan biri' diye etrafı izlemeye başladım.Yolcular inmeye başladıktan sonra karşılıklı oturduğumuz koltuklarda yüzü,gözlerimi kamaştırdı.Şaşırdım.Çok masum,çok huzur veren bakışları vardı.Bembeyaz suratında utanç kızıllığı oluşmaya başladığını fark edince,uzun bir süre aralıksız ona baktığımı anlayıp rüyadan uyanır gibi bir heyecan hissiyle kendime geldim.Bu his,bana geçmişte fazlasıyla yaşadığım,sonradan rafa kaldırdığım duyguları hatırlattı.Ama bu sefer başka güzel gözlü ve başka güzel gülüşlü kadındı bu.Benim buraya bile hiç yazmadığım kendi aşk tarifimdir :Tanrının huzuruna çıkmış gibi,çaresiz ve itaatkar.Sadece bir kişi,yalnızca tek bir kişi böyle hissettirmişti bana.Böyle hissedersem sevdiğimi anlardım.Bir an 'Acaba mı?' derken,uzun bakışlarımdan tedirgin olmuş olacak ki 'Bir şey mi söyleyeceksiniz?' dedi bana.Hiç değişmeyen gülümsemesi bir an bile olmasıydı yüzünde,gözleri yakarcasına bakmasaydı belki 'Çok ama çok özel yüzün ve gözlerin var!' derdim,ama  tek diyebildiğim 'ııııııııı,aheehe!' gibi hırıltılı seslerden sonra 'Yok.Niye sordun?' oldu.Sesimin titrediğini duyunca gülümsemesi otobüse yayıldı iyice.Ben niyeyse utandım.Belkide çok belli etmiştim hissiyatımı bakışlarımla,okumuştu beni.Bunu anladığım içinde kızarmıştım biraz sanırım. 'Bir şey söyleyecek gibi bakıyordun,beni tanıdın sandım.' dedi küçük ağzıyla.Sonra sustum.Uzun uzun susup,kaçamak bakışlarla bakar,onun gözleri beni gözlerime çarpmadan kafamı çevirmeye çalışırdım.Ama çok başarılı olduğumu söyleyemem bu konuda!Bazen 'O da bakıyor mu acaba?' diye bakarken yakaladım (ki bu da onun baktığını gösterir) bazen karşısında oturan birisine bakmamanın ne kadar güç olduğunu bilirsiniz, istem dışı baktığımda karşılaştık.
Bir zaman sonra indi otobüsten.Geriye de sadece belki yıllar sonra okuyup mutlu olacağım bu yazıyı bıraktı...

Aşık olmadığım için yazımı daha fazla duygusal hale getirmeyeceğim.Ama çok etkilendiğim her halimden belli zaten.Geçti lakin.Çünkü her şey 'an' da saklı;o anın içinde güzel.Süreklilik kazanmayan hiçbir şey kalıcı olamayacağı için o 'an' sadece bu yazıda kalacak ve ben unuttuğumda -ki mutlaka unuturum- bundan yıllar sonra okuyup,mutlulukla anacağım.

Aşık olmak öyle kolay bir şey değil arkadaşlar.Yanlış olmasın,sadece 'Acaba.' geçti kafamdan!
Kaç kişi çıkmış ki  zaten şu sefil hayatta bana kendi yaptığım aşkın tarifini hissetirecek..!



Neydi o his:Tanrının huzuruna çıkmış gibi,çaresiz ve itaatkar...!








31 Ekim 2014 Cuma

29 Ekim Bayramı...





Yıl 1910....

Fransızlar,yeni buluşları olan uçağı tanıtmak için tüm uluslardan katılımcılar davet eder.
Herkes böyle bir icadın gerçekleşmiş olması nedeniyle şaşkın ve meraklıdır.Dönemin Osmanlı Hükümetine de katılımcı için haber gönderilmiştir.
Hükümet,icatlara oldukça meraklı olan Ali Rıza Paşayı gönderelim,o meraklıdır demişler...
 Ve derhal saraya çağırmışlar.
Kendisine Fransızların buluşundan bahsetmişler ve Osmanlı'yı temsilen gitmesini istemişler.

Ali Rıza Paşa:
'Bunu biz yapmalıydık.' demiş içinden hayıflanarak. 

'Yalnız..'
 demişler Paşa'ya, 

'Davet iki kişilik!Yanına bir kişi daha al;onu da sen belirle!' 

Ali Rıza Paşa biraz düşünmüş ve 
'Bir delikanlı var,onu götüreyim.' demiş.

Ali Rıza Paşa ve delikanlı Paris'in yolunu tutmuşlar.Paris'te  otele yerleşmişler.
Buluşun gösterileceği gün kalabalık meydan ve meraklar had safhada.
Pilot son hazırlıklarını yapıyor.
Uçak havalanıyor. 
Havada ahenkle dans edip,gösterisini yaptıktan sonra alkışlar eşliğinde piste iniyor.
Herkes kıskanç ama şaşkın.

Bir yetkili bir gönüllü istiyor.Bu gönüllü,pilot arkasında oturup,bizzat eşlik edecek.

Bizim delikanlı atılıyor:'Benn,bennn!' 
'Tamam!'
deniyor ve delikanlıya mont ve gözlük veriliyor.

Delikanlı verilen montu büyük bir heyecanlı giyiyor,gözlüğü usulca takıp,kalabalıktan sıyrılmak üzere adımlarken,
Ali Rıza Paşa kolundan tutuyor: 
'Boş ver,sen binme evlat!Başkası binsin.' diyor.

'Neden?' 
diye soruyor delikanlı, 
'Kötü bir şeyler mi hissettiniz?' 

Paşa:
'Hayır,ama sen yinede binme!' diyor.


Delikanlının Paşa'nın ısrarıyla isteksizce vazgeçmesi üzerine yerine başkası gönüllü oluyor.Alkışlar eşliğinde uçak pistten hızla ayrılıyor.Havada mükemmel bir gösteri sunarken hiç beklenmeyen bir şey meydana geliyor:Uçak bir anda patlıyor ve herkesin korku dolu bakışları arasında bir meteora benzer görünümüyle pistte çakılıyor.

Sonuç:Pilot ve gönüllü ölü...

Delikanlı nutku tutulmuş,hayretler içerisinde Paşa'ya bakıyor.Paşa,bir insanı kurtardığı için mağrur ve mutlu.Ama bir başkası ölmüştü.

Lakin,kurtardığı bir insan değildi,bir ULUSTU.

Çünkü delikanlı,
ileride Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu olacak olan
'Mustafa Kemal ATATÜRK'TÜ...'

29 Ekimi,bayram olarak kutlatan değerli şahsiyete saygılarımla...














25 Ekim 2014 Cumartesi

Öyle Değil İşte...!



Ben bunun nasıl sevmek olduğuna anlam veremedim.
Ben kimseye anlam veremiyorum zaten bu aralar. 
Okuldan bir arkadaşım anlatıyor...

'Korunmasız seksin sonuçları ağır olabiliyor,benim kız mesela üç aylık hamile.Biliyorum,aptalca bir şey yaptığım;hem kendimi hemde onu tehlikeye attım.Neyse ki, Eskişehir'deki devlet hastanesinde tanıdık varda makul bir fiyata kürtaj yaptırabileceğiz.Yok canım,ne sevmesi!Uzun zamandır öylesine takıldığım biri.Ben başkasına aşığım.Onunla da sık sık görüşüyorum.Diyeceksin ki 'Biraderim madem aşıksınız birbirinize ne diye başka bir kızla bu haltı yedin?Bu nasıl sevmek..?' Ben de hemen şunu derim size;İlişkimizi kurtarmak için.Hayır,Onur!Senin söylediğinin aksine bu bir zampara yalanı değil.İnsan sevdiğiyle yek vücut olamayınca yavaş yavaş uzaklaşır gönüller.Sevdiğini kaybetmemek içinde başkalarıyla birlikte olursun ki,ayyuka çıkan hormonları nitekim dizginleyebilesin.Geçen gün bize geldi.Üç aydır beraberiz,öpüşmekten ileri aşamaya geçemedik.Ne kadar sevsem de insan bir süre sonra dayanamıyor;hormonlarına yenik düşüyor.Küveti ılık suyla bir güzel doldurdum.Yavaş yavaş soyunmaya başladım.Sonra aynısını ondan istedim.Yüzünün rengi attı biraz,fark ettim. Yalvarır gibi ' Bunu yapmak zorunda mıyız.?' dedi bana.Sadık kalmamı istiyorsan evet, deyince isteksizce soyundu.İlk defa şu vaziyette kendini bulduğunu söyledi.Şöyle dikkatlice bir göz attım vücuduna,çıplak etlerinde deprem oluyordu sanki.Korkudan tir tir titriyordu.Vicdanım el vermedi be,giyindirip beraber yattık uyuduk.Dokunamazdım ona bu vaziyette.Beni gerçekten sevdiğini işte o zaman idrak ettim.İstemediği yahut hazır olmadığı bir şeyi sırf sevdiği istiyor diye gözlerini yumup katlanması,korkarak evet deyişi... beni sevdiğine o an ikna oldum...' 

Kimileri buna sevmek diyor.Aşklar,sevdalar bu ve benzeri uçkur düşkünü yaratıkların elinde kaldığı sürecede aşkın tarifi daha fazla cinsellik kokan tanımlara kayacak.Keşke sevdalar kitaplardaki gibi olsa.Sabahattin Ali öykülerindeki gibi sevsek.Orhan Veli'nin şiirleri gibi dokunabilsek,Cemal Süreyya gibi sevene giden yolların kapalı olduğuna isyan edip,yinede o yoldan vazgeçmesek.Yazık ki bu hale gelmişiz.Ben olsam dokunmaktan korkarım,incinmesin narin elleri diye.Bakmaktan sakınırım kimi zaman benim bile nazarım değmesin diye.Doyurur bir gülüşü tüm sevmek açlığımı,sıcacık.Sevende,sevilende kutsaldır.Sevenin sevgisine sadık kalmak gerekir.Öylesine birisiyse,sevmiyor yahut sevilmiyorsan tüm insanlığı küvete sokup sevişebilirsin.
Ama sevilen kutsaldır bizde.
Bende öyle.!!!


''Aşk,
Resmini çiz deseler...
Bacası tüten bir ev belki.
Belki gece yarısı terk edilmiş bir şiir...'' 








19 Ekim 2014 Pazar

Hadi Oradan Be..!!!

Ne büyük bir utanmazlık!Ne kadar acı!Kendisi gıda mühendisi ve kasiyer olarak bile iş bulamıyor.Büyük bir marketler zinciri üniversite mezunu kasiyer arıyormuş,başvurmuş,oraya bile almamışlar.Alt tarafı bir süper market,bir üniversite mezununa kasiyer olarak iş teklif etme cüreti gösterebiliyor.Yanlış anlama olmasın; ekmek parasıdır,hiçbir iş hor görülmez ama bu ayıptır,günahtır.Bir zamanlar Anadolu'nun tüm geri kalmış illerine fabrika falan açıp iş istihkamı sağlamak yerine askeriye kurarlardı.Seçim yatırımı için artık birbirinden kof üniversiteler açıyor ve gencecik bizlerin yıllarını çalıp, 'Al götüne sokarsın' dercesine bir halta yaramayan diplomalar veriliyor.Sanat tarihi okuyan bir çocuk banka memuru,arkeoloji okuyan bir genç herhangi bir şirketin pazarlama müdür,turizm okuyan birisi mecburen polis oluyor.Birçoğunun adı üniversite ama tek başarısı; Demet'e yılın sanatçısı,falancaya yılın talk showcusu ödülü vermekten başka bir özelliği olmayan sisteme köle yetiştiren ucubeler... Sonrası tam bir facia işte.Götü kırık bir market,üniversite mezunu kasiyer arama cüretini gösterir ya da boktan bir mağaza,üniversite mezunu tezgahtar aranıyor diye ilan verecek kadar yüzsüz ve arsızdır.Üniversitelerin görevi,bu ülkeyi yarınlara taşıyacak bilim ve ilim insanı yetiştirmek ya da göğsümüzü kabartacak sanatçılar yaratmaktır.Bir ülkede üniversite; kasiyer,banka memuru,satış görevlisi yetiştiriyorsa bir şeyler yanlış demektir.Fazla ciddiye almayın derim ben.En korkuncu da bir insanın nefret ettiği bir işte çalışması bana göre.Hiçbir meslek öğrenmeden,hayata karşı hiçbir hazırlığı olmadan askerliğini bitirip yirmi beş yaşında elinde sikik bir diploma ile sokaklara çıkıp,o panik ile karşına ilk çıkan işe girdikten sonra ne olacak?Kolay değil her gün kalkıp nefret ettiğin bir işte çalışmak zorunda olmak.Bir ömür kimsenin nasihatlarını dinlememiş ve hep burnunun dikine giden bir adam olarak,kimselere nasihat vermek haddime değil ama o kadar korkmuş ki,daha on yedisinde bile olmayan çocuk gelecekten;kafayı test kitapları,sınavlar,şunlar bunlar bozmuş.On yedi yaşındaki bir çocuğu gelecek korkusuyla doldurmak nasıl bir hastalıklı ruh halidir?Gıda mühendisi kardeşimizi kasiyer olarak bile işe almayan marketin küstahlığını yeniden anlatmaya gerek yok.

Unutma!
Ne yaparsan yap,neyi başarırsan başar,nerelere gelirsen gel,en nihayetinde götüne pamuk tıkıyorlar bu hayatın sonunda....

Bari 20 yaş öncesinin tadını çıkaralım...


14 Ekim 2014 Salı

Yapma Peder...!





''Papaz Marignan karısından nefret ederdi.Ondan tam nedenini bilmeden nefret eder,içgüdüsel olarak küçümserdi.İsa Peygamber'in sözlerini tekrarlar, ''Kadın,ikimizin arasında ortak olan ne var?'' diye sorar;sonra da, 'İnsanın tanrı bile eserinden pek memnun değil diyeceği geliyor,' derdi.Papaz için kadınlar şairin dediği gibi on iki kere karışık ve uygunsuz çocuktu.İlk erkeği felakete sürüklemişti.Zayıf,tehlikeli,cehennemlik edici,baştan çıkarıcı,şaşırtıcı bir yaratıktı.Onların sevgi dolu ruhlarından,insanı doğru yoldan çıkaran vücutlarından daha fazla nefret ederdi.Zaman zaman bu sevginin kendisinine de yöneldiğini hisseder,bundan rahatsız olurdu.Papaz Marighan'a göre Tanrı kadını yalnızca erkeği sınamak,denemek için yaratmıştı.Savunma önlemleriyle,tuzağa düşme korkusuyla yaklaşmalıydı onlara.Kadın,gerçekten de yarı açık dudaklarıyla,uzanmış kollarıyla tam bir tuzaktı erkek için... '' der Mutluluk kitabında.

Bu tutum tamamen kadın düşmanlığı olarak algılansa da,fettan kadınlarda yok değil.Özellikle 'İnsanı doğru yoldan çıkaran vücutlarından...'daki  kelamı,bazı kadınların iş dünyasında yahut elde etmek istedikleri cazip şeylerde çokça başvurduğu bir yöntem.AMA tüm kadınları aynı kefeye koyan Papazın mizojin yaklaşımını da desteklediğimi de söyleyemem.Bazı kadınlar vardır,bir ömür beraber yaşasan yahut  bir ömür beklesen hiç şikayet etmezsin.Bilirsiniz ki,siz ona ne verirseniz,o daha güzel hale getirip size geri verecektir.Ona bir gülücük verirseniz,size kalbini verir.Ona bir ev verirseniz,size bir yuva verir.Ona sebze verirseniz,size yemek verir.Ona şarkı söyleyin,size konser verir.Ona sperm verirseniz,size bir çocuk verir.Ona değer verirseniz,size ömrünü verir.Kendisine verileni çarpıp çoğaltarak mutlaka geri verir.İşte,bu yüzden ona çamur atarsanız,büyük bir haksızlık etmiş olursunuz... 

İyi ki,Papazın tanımladığı gibi kötü kadınlarda var.!
Yoksa nasıl anlaşılırdı geriye kalan iyilerin değerleri...










8 Ekim 2014 Çarşamba

Kin,Nefret,Realite,Riyakarlık=Türkiye...!




Dünden kararlaştırmıştık;İstanbul Modern'deki sergiye gidecektik.Bu fikir bana ait olsa da dostlarımın çok ılımlı yaklaştığını söyleyemem..Hatta Fatih,bu teklife boncuk boncuk terleyerek karşılık verdi.Görmeden daha sanatın sorumluluğunu kaldıramadı. 'İstediğimiz zaman çıkabiliyor muyuz?,' gibi tedirgin sorular sormadı da değil hani.Çünkü sergiler onun için kodesten farksızdır.Giriş var çıkış yok sandı kanımca.Neyse efenim,biz üç arkadaş yarın sergiye gitme konusunda mutabık olduk.Gecenin ikisinde evlerimize giderken gayet makul bir sükunette ve neşedeydik. Kim derdi ki,gecenin tekinsiz saatlerinde rahat rahat dolaşırken öğleden sonra saat iki gibi,gündüz gözüyle sokağa çıkmaya korkar hale geleceğiz diye.Kimse aklından bile geçirmezdi.!
Öğleden sonra saat bir buçuğu gösteriyordu.Üstümü giyindim,dört yılda bir kullandığım parfümü sıktım,diğerlerine hazır olduğumu bildiren mesajımı attım ve balkona çıktım.Yaklaşık yüz metre ötede bir duman ve dumanın içerinde bir grup küçüklü büyüklü insanlar vardı.Ellerinde 'Kobani' destekli pankartlar,bellerinde hazır sopalar bulunuyordu.Ben on iki senedir Sultangazi'de yaşıyorum ve bu on iki sene içinde bir tek olay görmedim.Gazi Mahallesine nazaran burası kendi yağında kavrulan bir ilçedir.Cebeci halkı olarak hiç alışık olmadığımız bu durum karşında sadece balkonda izlemekle yetindik başta.Sergiye gitmek için dışarıda buluşup,gözlerimizde yakıcı koku ve soluklarımız da acı bir tat hissedince,yukarıda polisin müdahale ettiğini anladık. 'Herhalde hemen dağılırlar..' diye düşünüyorduk ki,HDP Binasının önünde bir grup işe yaramaz insanın toplanıp etrafı taşlamaya başladığını gördük.Yineliyorum,bu Cebeci'de ilk kez oluyor.Polis biraz gurubu dağıtır gibi oldu.Sonra devreye yüzleri maskeli, yaşları tahminimce 15-18 arasında değişen çocuklar girdi.Yaklaşık sayıları seksen kişi vardı.Esnafın dükkan camlarını kırıyor,Türk bayrağı olan evleri taşlıyor,gördükleri tüm otobüs ve arabayı kullanılmaz hale getiriyor,çöp konteynerleri yakıyor ve karşı koyan birkaç milliyetçi kişileri linç ediyorlardı.Sultangazi sakinleri olarak hiç yaşamadığımız kahredici şeyler izliyor,ne yapacağımızı bilmez halde bekliyorduk.Ortalığı iyice talan ettikten sonra millet olarak sabrımız taştı ve HDP binasının önünde en sonunda toplanabildik.Dillerde marşlar,ellerde bayrak ve bayrağa yapılan saygısızlığın intikamını almak için beş para etmez bedenlere indirilecek çivili sopalar.Bir lahza durup kendime baktım;bir elimde ağırca sivri bir taş,kafamda zarar vermek için en acımasız düşünce olduğunu anladım.Ozi ve Fatih'te aynı şekilde intikam hırsına yenik düşmüştü. 'Biz ne yapıyoruz?' dememle bir grup piç kurusunun bizi taşlaması bir oldu.İki yüzü aşkın kişiyle gözü dönmüş biz,bir grup kolayca yönlendirilen ve maşa olarak kullanılan küçük yaştaki çocuk diye nitelendirebileceğimiz grubun üzerine hücum ettik.Bu çocuklar,Gazi mahallesinde geliyorlardı buraya.Çok uzak sayılmasa da,oradan buraya gelmesi biraz zahmetlidir.Neyse efenim,biz çılgınlar gibi peşlerine düştük.Kendimi bir an gurubun en önünde buldum.Kafamda tek bir düşünce vardı:Hepsine verilebilecek en büyük ve en acı zararı vermek.İnsani vasıflarımı yitirmiştim.Neticesinde,üç kişiyi yakaladık.Öyle bir meydan dayağı attık ki,piç kurusunun yüzü kana bulanmış,sadece gözleri seçilebiliyordu yüzünde.Bir tanesini tam öldürmek üzereydik ki,caminin imamları gelip yalvar yakar bir binaya sokup uzaklaştırmaya çalıştı bizi.Ayakkabılarıma baktım,kızılın en koyu rengindeydi.Daha çok hırslandım.Yerden boş bir soda şişesi kapıp,tam kafasında parçalamak üzereyken son anda çocuğu korumak isteyenler tarafından engellendim.Daha çok deliye döndüm.Bana onun, 'Henüz çocuk olduğunu,anlayışla karşılamak gerektiğini söylüyordu' vicdan yapmış bazı kimseler. 'Saçma!' dedim, 'Ağaç yaşken eğilir.Yılanın başını küçükken ezmek gerekir.Hem bizde çocuk olduk,bizimde bu yaşta çocuk akrabalarımız var ama hiçbirimiz bu orospu çocuğunun yaptığı gibi bayrak yakıp,camları taşlamadık.Bu piç kurusunu ancak ölüm paklar...' diye bağırırken,nereden olduğunu başta kestiremediğim sağlam bir tokat geldi.Döndüm baktım;babam.Hemen çekti çıkardı gruptan.Sakinleştirdi.Birazda azarladı tabi.Sonrada Fatih'ten öğrendiğim kadarıyla yakalanan çocuklara neden böyle yaptığı sorulduğunda,ceplerine otuz lira bayram harçlığı koyup,bunun karşılığında olay çıkarmaları istenmiş.Bu onun suçunu hafifletmez tabi ki ama çocukların nasıl maşa olarak kullanıldıklarının göstergesi.Asıl suçlular,bu çocukların ebeveynleri.Yetiştirilme tarzı çok önemli.Gel de anlat.
Eve geldiğimde,her yerim o piç kurularının kanıyla boyanmıştı.Ve hiçbir zaman,birini dövmekten bu kadar keyif  aldığımı sanmıyorum.
Kürt-Türk kardeştir iyimserliği büyük bir kurmacadır.Kürtler bu ülkenin kanayan yarasıdır.Dağa çıkanlar,askerlerimizi öldürenler,saçma sapan töreleri olanlar,bayrak yakıp polis taşlayan,okul yakanlar hep Kürttür.Kürt ismi artık bende sadece nefret hissi uyandırıyor.Hepsi olmasa dahi yüzde doksanı bu ülkede yaşamayı hak etmeyen,soysuz köpeklerdi.Bu ayrımcılık değil,gerçekçiliktir.Televizyonlardaki riyakar insanların 'Kardeşiz'i' sahtekarcadır.Bu her zaman böyle olagelmiştir...

Böyle işte!
Sergi için çıktık,elimizde taşlarla kendimizi savunurken bulduk.
Türkiye'de yaşıyorsan,plan yapmamalısın.
Anı yaşamak zorundasındır....












2 Ekim 2014 Perşembe

Sahiplenmek...




'Postacı' filmini ne olur izleyin.94 yapımı bu filmde,Nazım Hikmet'in en sevdiği arkadaşlarından biri olan Pablo Neruda'nın yaşamı üzerine kesitler yer alıyor.Cahilliğimden ötürü henüz tanıdım Neruda'yı. Şiirlerindeki duruluk,insan sevgisi ve aşkı içtenlikle anlatışıyla dünya şairi diyebiliriz.Filmde özellikle bir sahneye dikkatinizi çekmek istiyorum.Şili'de bir adaya siyasi nedenlerden dolayı sürgün edilir Pablo Neruda.O sırada baba mesleği olan balıkçılık işini yapmak istemeyen Mario Ruoppolo,postacı olmaya karar verir ve Neruda'nın postacısı olur.Bu saf yürekli posta dağıtıcısıyla yazar arasında zamanla sıcak bir dostluk gelişir.Hatta Postacı Mario,tanıştığı ve bir görüşte aşık olduğu güzel bir genç kızla Neruda'nın şiirlerindeki mecazları kullanarak iletişim kurar.Sorun şuradaki,Neruda şiirlerinin gizlice okunduğunu ve kullanıldığını bilmiyor.Bir gün Mario'yu suçüstü yakalar ya da yakaladığını sanır.

Neruda'yla postacı arasında şöyle tarihi bir konuşma geçer:

Neruda:Benim şiirimle kızı baştan çıkarmışsın.

Postacı:Senin yazdığın şiirle kızı baştan çıkardığım doğru.
Lakin,o şiir sana ait değil.

Neruda:Benim yazdığım şiirin bana ait olmadığını mı söylüyorsun?

Postacı:Evet.Şiir,yazana değil ihtiyacı olana aittir...

İşte mesele bu!
İhtiyacı olan yazandan daha çok sahiplenir şiiri.

Şu güzel mısraları da paylaşmadan edemeyeceğim..!

''Hayranım öpüşlerde paylaşılan sevdaya,
döşekte ve ekmekte paylaşılan.
Sevda bu,kimi sonuza uzar,
kimi bir yıldız gibi kayar.
Sevda özgür olmalı ki,
dönüşebilsin sevgiye.
Sevda kutsallaşır yakınlaştıkça,
kutsallaşır uzaklaştıkça...''





27 Eylül 2014 Cumartesi

Evrensel Dil...!





O anda zaman durmuş gibi oldu; sanki Evrenin Ruhu,delikanlının önünde bütün gücüyle ortaya çıkıyormuş gibiydi.Kızın siyah gözlerini,gülümseme ile susma arasında karar veremeyen dudaklarını görünce dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin,en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı.Ve Aşk'tı bunun adı,insanlardan da çölden de daha eskiydi,tıpkı kuyunun yanında bu iki bakışın buluştuğu her yerde,her zaman aynı güçle ortaya çıkardı.Dudaklar sonunda gülümsemeye karar verdi ve bir işaretti bu,bütün ömrü boyunca bilmeden beklediği,kitaplarda,koyunların yanında,çölün sessizliğinde aramış olduğu işaretti...

Evrenin saf diliydi bu,herhangi bir açıklamaya gereksinimi yoktu,çünkü Evren'in sonsuz zamanda yoluna devam etmek için hiçbir açıklamaya gereksinimi yoktu.Delikanlı o anda,hayatının kadının karşısında olduğunu ve kızında hiçbir söze gerek duymadan bunu bildiğini biliyordu.Ana babası,ana babasının ana babası,biriyle evlenmeden önce ona kur yapmak,nişanlanmak,onu tanımak ve para sahibi olmak gerektiğini söyleseler de,delikanlı dünyada en çok bundan emindi.Bunun tersini söyleyenler,evrensel dilden habersiz kimselerdi.Çünkü bu dili bilen biri,ister çölün ortasında ya da ister büyük kentlerin göbeğinde olsun,dünyada her zaman bir başkasını beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilirdi.Ve bu iki insan karşılaşınca ve gözleri buluşunca,bütün geçmiş ve bütün gelecek artık bütün önemini yitirir,yalnızca o an,ve gökkubbe altında her şeyin aynı El tarafından yazıldığı gerçekliği vardır,bu inanılmaz gerçek vardır.Aşk'ı yaratan ve çalışan,dinlenen ve güneş ışığı altında hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmış olan o El.Çünkü,böyle olmasaydı,insan soyunun hayallerinin hiçbir anlamı olmazdı...


Bu iki paragraf,halen okumakta olduğum Simyacı kitabından alıntıdır.Özellikle ikinci paragrafta anlatılmak istenen Evrensel Dil ve bu dili bilenlerin 'dünyada her zaman bir başkasını beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilir..' cümlesi,çok azımızın bu gizemli dilin farkında olduğunun açık bir göstergesi.Ardından söylenen, 'Bu iki insan karşılaşınca ve gözler buluşunca,her şey önemi yitirir..' açıklaması,yeryüzündeki bütün insanların hayatlarının belli dönemlerinde yaşadıkları ve kısa bir süre için 'Bu hayatımın adamı veya kadını olabilir' dedikten sonra en ufak bir pürüzde yol ayrımı yaşandığında, 'Yanılmışım.' demesi,Evrensel Dilin ne olduğunu bilmediğimizi,dolayısıyla da yazgımız da var olan ve belki de bize tek seferlik verilen bu şansı,elimizin tersiyle umarsızca itmemizin müsebbibi.Bana göre bütün insanların hayatlarında karşılarına 'hayatının kadını yahut erkeği' çıkıyor.Evrensel Dil,sadece bakışlar buluşunca dahi size bunu hissettiriyor.Daha öncekilerden çok farklı bir his olduğunu anlıyorsunuz.Ama bunun ne olduğunu tanımlayamadığımız için,işaretleri yorumlama farkındalığı olmadığından mütevellit,ayağımıza kadar gelen bu şansları tepiyoruz.Sonra insan ömrü boyunca kendine ait birini arıyor.Onlarca tenler tanıyorsun,onlarca eller tutuyorsun ama hiç kimse o geçmişteki bakışın yahut gülüşün etkisini vermiyor.Bazı evli insanların hikayeleri vardır. 'İlk gördüğümde anladım,öncekilerden daha başkaydı.Dedim ki kendime;işte bu senin kadının.Öyle de oldu.25 yıldır evliyiz...' gibi.Bunu herkes yaşıyor.Milyarlarca insan arasında tek bir kişi daha farklı görünüyor gözüne,daha farklı hissettiriyor.İyi değerlendiremezseniz,o tadı bir daha asla bulamazsınız.Birini bulur,sevmeye çalışır hatta seversiniz belki.Ama kalbinizde hep o tat kalır.Avuntu böyle olur...! 

Son olarak kitaptan aşkın sadeliği üzerine küçük bir anekdot aktaracağım: 

''Ben gidiyorum,'' dedi adam.
''Ve geri geleceğimi bilmeni istiyorum.Seni seviyorum,çünkü...

''Hiçbir şey söyleme,'' diyerek sözünü kesti Fatima.

''İnsan sevdiği için sever.Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur.''






















24 Eylül 2014 Çarşamba

Başladık...!





Başladık bakalım okula.Okula yeni başlamak,o çekilmez ilk gün gerginliği,kimsenin birbirini tanımamasından doğan gereksiz nezaket ve tanıyacak olacaklarının tabiri caize 'dallama' çıkması endişesi,adaptasyon süresi,suratların ya çok somurtkan ya da çok sırıtkan olması,bir 'Merhaba' diyememe yobazlığı ve daha niceleri ilk günler hatta ilk hafta genellikle yaşanır.Neyse ki yapım gereği bunları atlatmam sadece bir ders süresine tekabül etti.Sorun şuradaki,hemcins arkadaş edinirken -özellikle erkeklerde- yapılmaması gereken kurallar vardır.Şöyle açıklayayım:Dersten çıkıp,rastgele bahçedeki bir banka oturmak için aranıp dururken,daha sonra adının 'Uğur' olduğunu öğreneceğim,cool bir adamın yanına oturdum.İkimizinde canı fena halde sıkılıyordu çünkü,henüz kimseyi tanımıyorduk.Birisiyle bir yarım dakika daha konuşmazsam kriz geçireceğimi anlayınca,muhabbet ve tanışma faslının temelini bir erkeğin bir erkeğe yapmaması gereken şekilde yaptım:Saati sordum.!Evet evet,bunu yaptım!Bu saat sorma numarasının konuşmak istediğin ama nasıl giriş yapacağını kestiremediğin anlarda,hatun kişiyle iki kelam edebilmek için başvurulan en klişe yöntemdir.Bu numaradan çok ekmek yiyen vardır,burası su götürmez bir gerçek.Bir hatuna saatini soruyorsan,mutlaka ona yazıyorsun demektir;gerçekten sadece saati merak ettiğin için soruyor olsan bile.Bu eskilerde kalmış yöntemi bir erkek üzerinde denemek istemezdim ama numara hakikaten işe yarıyormuş.Uğur'u saat sorma bahanesiyle tavladım resmen.. :) Günün sonuna doğru ikimizinde çokça hatırlayıp güldüğü bir olay olsa da,hayatımın en kötü tanışması olduğunu üzülerek itiraf ediyorum.Sonra şaşılacak derece uzun bir muhabbete koyulduk ki,geri kalan dört senede ne konuşacağız onu merak ediyorum.Her şeyin derinlemesine,görünmeyen yerlerine indik.Dinlemeyi bilen biri!Benim istediğim de bu zaten.Şu zamanda bunu çokta yaptığımızı söyleyemeyiz.Dinlemeyi bilmediğimiz için düzgün anlamıyoruz,öyle olunca anlaşmazlıklar oluyor ve yobazlık devreye giriyor.İkimizinde tüm gün şikayet ettiği nokta genellikle buydu.Geriye kalanlar diğerleri nasıldır,bilmiyorum.!Bunu zaman gösterecek olsa da kendimle ilgili bir itirafta daha bulunmak isterim.Eğer Uğur'la tanışıp,sosyolojik bir muhabbete dalmasaydık,içimdeki zampara Onur'u dizginleyemezdim.Arkadaş,nerede bir hatun görsem,hemen elime bir kahve alıp yanına gidiyorum.Çabuk sıkıldığım için,daha kahveleri bile bitirmeden hiç tanımadığım ama gözüme hoş gelen birinin yanına gidip onunla tanışıp vakit geçiriyorum.Üniversitenin ilk günü lan,ilk günü!Bu nasıl yokluk,nasıl azgınlık yahu!Ama ben kendime 'arkadaş canlısı' deyip,kendime yakıştırdığım şeyleri reddedip,kaldığım yerden devam ediyorum.Niyeyse hiç vakit kaybetmeye tahammülüm yok.Kimisi çekinir,utanır.Normali budur çünkü daha önce hiç bulunmadığın ortamda sakin kalırsın.Bunun nedeni şu bence:Yıllardır yapılan erkek muhabbetinden o kadar sıkılmışım ki,istemsiz olarak beyin hatunlara yönlediriyor.İyi de oluyor,böyle giderse harem kurarım bu senenin sonunda.. :) İyi dostluklar olsun da,gerisine koy ver gitsin! Eğlene doya doya!
Gitmekten zevk aldığım,olgunlaşmış insanlar olması dileğiyle... 
Hayırlısı..!





20 Eylül 2014 Cumartesi

Ayıp Oluyor..!!!






Günümüz insanı aşka aşık,aşığa değil... Aşkların kısa dönem askerlik gibi kısa sürmesinin nedeni bu herhalde.! Zaplanan aşıklar dönemi bu dönem!Kanaldan kanala geçer gibi aşıktan aşığa geçiliyor.Peki,bu neden böyle oluyor?Çünkü insan insana sevgisiz,insan insana tahammülsüz,insan insan için fedakarlık duygusunu yitirmiş,insan insana kendini adamaktan kaçıyor.Oysa fedakarlık,adanmışlık varsa vardır aşk.Fedakarlığın,adanmışlığın yaşamadığı yerde yaşayamaz aşk.Ne yazık ki,uğruna kendini adadığı ne bir ideali var günümüz insanın... Ne de uğruna kendini adadığı bir aşkı..! 
Nerede ideali,aşkı uğruna her şeyden vazgeçen dünün insanı, 
nerede hiçbir şey için hiçbir şeyden vazgeçmeyen bu günün insanı...!
Bu günün insanı aşkta köşe dönmeci.
Emek harcamadan yaşamak istediği gibi,emek harcamadan da aşk yaşamak istiyor.Sevmeden sevilmek,vermeden almak istiyor.Hiç değilse bir koyup üç almak istiyor.Bu olmadığı zaman ilişkiler bitiyor.İlişkiler çıkar menfaat üzerine kurulu.
Elektriklenmeler kısa devre.!
Bir günlük elektriklenmeler,bir gecelik sevişmeler aşk sanılıyor.
Sevgili bayanlar baylar,aşka ayıp oluyor...









15 Eylül 2014 Pazartesi

Olumluyu Görmek...




Arjantinli ünlü golfçu Robert Vincenzo yine bir ödül kazanmış,ödülünü alıp kameralara poz vermiş.Ardından kulübüne uğramış,eşyalarını toplayıp otoparktaki arabasının yanına doğru yürümüş.O sırada yanına bir kadın yaklaşmış.Vincenzo'yu kutladıktan sonra ona küçük bir bebeği olduğunu,bebeğin çok hastalandığını ve hastane masraflarını karşılayamadığını,onun her gün biraz daha ölüme yaklaştığını anlatmış bir çırpıda.Kadının anlattıkları Vincenzo'yu çok etkilemiş.Hemen çek defterini çıkarmış ve turnuvadan kazandığı  paranın bir bölümünü yazıp imzalamış.Çeki,kadına uzatmış.O sırada kadına; 'Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın.' demiş.Ertesi hafta Vincenzo kulüpte öğle yemeğini yerken,golf derneğinin bir üyesi yanına yaklaşmış ve ; 'Otoparktaki çocuklar,geçen hafta  siz turnuvayı kazandığınız gün bir kadının yanınıza yaklaştığını ve sizinle konuştuğunu söylediler.' demiş. 'Evet.' demiş Vincenzo 'Bunun nesi garip?' , 'Garip değil tabii ki.'demiş adam, 'Ama size bir haberim var.O kadın bir sahtekarmış.Sizin gibi zengin kişilere yaklaşıp,hasta bir bebeği olduğunu söyleyip,para koparırmış.Korkarım sizden de koparmış.'

Vincenzo şaşkınlıkla : 'Yani ölümü beklenen bir bebek yok mu?' demiş. 'Yok.' demiş adam. 
'İşte bu hafta duyduğum en iyi haber .' demiş Vinzento...

İşte buna bakış açısı derim.Parasını kaybettiği için üzüleceğine,ölümü bekleyen bir bebek olmadığına sevinme de bir bakış açısıdır.Çerçeveyi,büyütüp küçülttüğümüzde ya da değiştirdiğimizde her şey ne kadar da değişiyor?



12 Eylül 2014 Cuma

Farklı Uzanış...





'Aşk bir paylaşımdır,sömürü değil.Aslında aşk,hiçbir zaman çirkinlik ve güzellik kavramlarıyla düşünmez.Şaşırırsın: Aşk hiçbir zaman güzellik ve çirkinlik kavramlarıyla düşünmez.Aşk sadece davranır,yansıtır,meditasyon yapar;hiçbir zaman düşünmez.Evet,bazen biriyle uygun düştüğün olur;birden her şey uyuma kavuşur.Bu güzellik,çirkinlik meselesi değildir.Bir uyum,ritim meselesidir.Aslında güzel insan da yok,çirkin insan da yok.Çirkin insan biriyle uyumlu olabilir;o zaman çirkin insan o insan için güzeldir.Güzellik,uyumun bir gölgesidir.Aslında bir insana güzel olduğu için aşık olunmaz;oluşum bunun tam tersidir.Birine aşık olduğun zaman,o insan güzel görünür.Güzellik fikrini getiren aşktır;tersi olmaz...

diye cevap vermiştim 
'Güzel insana aşık olunur;çirkin olandan sadece hoşlanırsın..' diyen Berrin'e.

'Mesela' dedim, 'Ben,senden hoşlanıyorum.Bu durumda senin mantığına göre sen,çirkin oluyorsun.' Sonra ' Ne yani' dedi, 'Bana aşık değil misin?' '
'Kesinlikle değilim.' dedim, 'Kadınların çoğundan hoşlanırım ama çok azına aşık olurum.'

'Ne olacak şimdi?' dedi. 
'Köfte yiyelim mi?.Belki sonra öpüşürüz...'

Köfte çok güzeldi...








7 Eylül 2014 Pazar

Öğrenmenin Yaşı Yoktur,Okumanın da Sonu...





Üniversiteye kaydımı yaptırdım,hayırlısı bakalım.Bu da şu demek:Dört sene daha öğrenci olacaksın.Dört sene daha ciddi bir sorumluluğun olmayacak.Tek derdin,yan sınıftaki çıtır kızı tavlamak olacak belki.Suratımda ve kafamda çıkan kılların uzunluğuna hiç kimse karışmayacak.Yine,seni sabahın altı buçuğunda uyandırmaya mecbur eden sisteme küfür edeceksin.Yine otobüste boş koltuk bulma umuduyla her zamankinden beş dakika önce evden çıkacaksın ve yine bulamayınca hayatın sana kocaman bir orta parmak gösterdiğini en derinden hissedeceksin. 'Azimli ol!' diyecekler sürekli.Ta ki,kendi ekonomik özgürlüğünü kazanana kadar.Azimli olmayanlarında yaşayabilecekleri bir yer olmalıydı,mevcut yerlerden daha iyi bir yeri kastediyorum.Sabahın altı buçuğunda bir çalar saat sesiyle uyanıp yataktan fırlayan,giyinip zorla bir şey atıştıran,sıçıp,işeyen,dişini fırçalayan,saçını tarayan,başka birine büyük paralar kazandırdığı bir yere ulaşmak için trafikle boğuşan ve tüm bunlara sahip olma fırsatı bulduğu için müteşekkir olması istenen biri hayattan nasıl keyif alabilir?Tabi ki üniversite tam anlamıyla bu değil ve herkes benim yaşadıklarımı yaşamıyor.Herkes değil derken Türkiye'nin sadece %10'nu kastediyordum.Elinden hiçbir şey gelmiyorsa bu kısır döngüden kurtulmak için ve geleceği de göremiyorsan,belkide benim gibi şikayet etmeyi bırakıp anın tadını çıkarmak gerekir.Hem bu ülkenin insanları hemde tüm dünya için gelecek çok parlak görünmeyebilir ama mutlu olmayı öğrenmek gerekiyor.Kimse bizi mutlu edemez,biz istersek mutlu oluruz.Bardağın büyük bir kısmı boş olsa da dolu tarafına bakmayı bilelim.

Yapamıyorsan dediklerimin hiçbirini,o zaman her şeyi SİKTİR ET.
Ki,birçok insan böyle yapıyor.
Gözümüzü kapayıp,zevk alamaya bakacağız sistemin tecavüzüne...
Ki,birçok insan böyle yaşıyor...









1 Eylül 2014 Pazartesi

Boş ver-sene...!




Akşam sekiz buçuk gibi her zamanki kafeye çağırdı beni Mehmet.Bende her zaman ki gibi gittim.İlk önce insaniyet namına 'nasılsın?' dedik birbirimize,ikimizde iyi olduğumuzu dile getirince,balıklama konuya girdi Mehmet. 'Onur.!' dedi , 'Kısa metrajlı film çekmeyi düşünüyorum.İki kız bir erkek olacak oyuncu kadrosu.Küçük bir odada çekeceğiz,zevkli olacak.' dedi.Yaptığı teklif çok cazip göründü.İki kız ve ben-bir odada-kısa film-ve zevkli geçecek.Bu sihirli kelimeler yan yana gelince insanı derinden heyecanlandırıyor. 'Acaba?' diyorsun, dünya üzerindeki her erkeğin hayalini kurduğu şey mi olacak,iki kız fantezisi mi? Bir lahza kendimi,rahat bir yatağın üzerinde iki sarışın kızla çıplak bir şekilde yastık savaşı ederken hayal etmekten kendimi alamadım.Kuş tüyleri havada uçuşuyor,odanın ışıkları bir mavi bir kırmızı oluyor,müthiş bir The Mood şarkısı çalıyor...  Kafamın hayalperest saati bitince 'Tamam.' dedim, 'Kabul.Yalnız bir şey soracağım:Donumuzu kendimiz mi getiriyoruz?'  Şaşırdı.Sonra güldü.Sonra uzun bir kahkaha attı. 'Hayır!' dedi, 'Zannettiğin gibi değil.Bu film konulu olacak.'  'Tamam,ben hastasına iğne vuran doktor olurum.Konulu işte.Hasta-doktor ilişkisi...'   Kesinlikle bende kötü niyet yok.Her insanın içinde ya da yanında hazır bekleyen şeytanı uyaran her zaman dış etkenlerdir.Benim şeytanımı harekete geçiren Mehmet'in üslubuydu.Ancak bu denli bir film teklifi kötü yapılabilir.Suç,anlatıcıda....
Eğlendikten sonra nihayet filmin konusu açıklığa kavuştu.Bir eşcinselin,gerçekle-yalan arasında sıkışması işlenecek.Tabii bu benim yorumum.İçten bir şekilde kabul ettiğimi söyleyemem.En sevdiğim yegane arkadaşım olduğu için ufakta olsa bir yeşil ışık yaktım.Ta ki,senaryoyu okuyana kadar!Akasya Durağı'nın senaryosu eminim daha iyidir.Senaryo bu sefer baştan yazılmak üzere sevgilisi Neslihan'a gönderildi.İki gün sonra,ben,Neslihan ve onun arkadaşı Hilal,son olarak da Mehmet'le birlikte kafede buluştuk.Mehmet'in boyu kısadır ama sevgilisinin boyu ondan daha kısadır.Bilmiyordum.Neslihan'ı ilk gördüğümde,elimi tokalaşmak için değil,öpüp başına koysun diye uzattım.'Kız senin devamın nerede?Aman Mehmet dikkatli ol karşıdan karşıya geçerken.Elinden sıkıca tut!Çocuk aklı;bir anda fırlar falan..' gibi şakalar izledi devamında.Henüz Neslihan 'Memnun oldum.' bile diyemeden üstelik.Bozulduğunu çok sanmıyorum.Yahut,biz fark etmedik.Gülmekle meşguldük.Biraz gaddarca görünebilir ama kısalık,çirkinlik,fakirlik gibi şeylerin kusur olmadığını,herkesin kendisiyle en azından benim kadar barışık yaşayıp,kendisiyle dalga geçmesini bilmesi gerektiğini düşündüğümden mütevellit,herkese karşı  istediğim şeyi söyleme özgürlüğünü sahibim.Dozunu kaçırmadığın sürece sorun yok.Neyse,sonra Hilal hanımda geldi.Onunla da tanıştığımıza memnun olduk.Yalan.Bu dünyanın en büyük klişesidir.Henüz tanımıyorsun bile karşındakini.Belki bu buluşmanın sonunda nefret edeceksin benden,belki yüzüme bir bardak dolusu suyu fırlatıp 'Canın cehenneme.' diyeceksin,kim bilir... Birbirini tanımayan insanlar bir ara geldiklerinde,günün sonunda, tanışmalarında dolayı 'memnun' olup olmadıklarını söylemeleri daha mantıklı olur kanımca.Ki ben,günün sonunda çokta memnun olduğumu söyleyemeyeceğim.Özellikle gecenin ikisinde,vatsaptan kurdukları gruba beni dahil ettikten sonra aralarında geçen embesilce muhabbetten sonra.Olgun insana,bilhassa zihniyeti olgun kadınlara muhtacım.Şu zamana kadar karşıma çıkan kadınların büyük bir geneli,katlanılamayacak derecede bomboş ve bir o kadarda seksiydi.Cazibe umurumda değil,sadece,sadece,sadece,sadece,ama sadece vizyonu geniş,muhabbeti zevk veren,zihniyeti olgun kadın istiyorum.Arkadaş veya sevgili fark etmez,muhabbeti tatlı olsun.Her boka gülen ve gözü penisimden ayrılmayan değil,zeki olan.Belki de imkansızı istiyorum,ne dersin?
Sabah uyandığımda ilk işim,bu işte yer almayacağımı söylemek oldu.Mehmet'e teşekkür edip,bir soru sordum:Bu kızla neden birliktesin? Cevabını bildiğim soruları sormak adetim değildir ama birde ondan duymak istedim.Gerçeği söylemedi.Gerçek şuydu:Mehmet'in eskiden beri müthiş bir boy kompleksi vardır.Uzamak için her şeyi yaptı ama olmadı.Bu takıntı neticesinde hep kendinden daha kısa kızlarla çıktı.Kendisinden uzun sevdiği kızla da,önüne geçemediği boy takıntısı yüzünden ayrıldı.Bunun salaklık olduğunu her zaman söylerim ama çok umursadığı söylenemez.O yüzden Neslihan'la birlikteyken kendini daha erkeksi hisseder.Saçmalık...
Bir dost olarak ona şu tavsiyede bulundum: Zorunda değilsin.Neslihan fena kız olmayabilir ama katlanılmaz bir zihniyeti var. 'Ne yapmamı istiyorsun,anlamadım.?' dedi. 

Git,başka bir kızla seviş...

Ne yaptığını bilmiyorum.
Bana kızgın mı,onu da bilmiyorum.
Bilmemek özgürlükmüş,bunu iyi biliyorum...