28 Mayıs 2015 Perşembe

Ben Bugün Doğdum!Nostalji Yapalım O Vakit...



Yirmi dokuz mayıs tarihi,Osmanlı için devrim niteliği taşıyan en önemli tarih belki de.Ama benim için başka bir anlamı daha var:Bu günde doğmuş olmak gibi.Bundan tam yirmi yıl önce Anadolu'nun kendi halindeki bin nüfuslu küçük bir ilçesinin devlet hastanesinde,dünyaya tanrının vermiş olduğu tertemiz yürekle gelmiş,doktorun popoma attığı şaplağın ardından büyük bir çığlıkla ağlamamın sevdiklerim bazında 'Ben geldim!' ağlaması olarak yorumlanırken,gerçek ise bambaşkaydı.Bu hayatın bana,bize attığı ilk tokattı.Bize haddimizi bildirdiği ilk andı.Dünyaya geldiğimin ilk dakikasını hatırlamak isterdim.Babamın sevincini,annemin içindeki iki kilo sekiz yüz gramlık kocaman bir et parçasını dokuz ayın sonunda çıkarmanın verdiği ferahlatıcı huzurun yüzündeki ifadesini, ilk 'Hoşgeldin' demesini,sonra ilk emzirmesini,bazı akrabaların 'alın yazısı hayırlı olur inşallah' dileklerini,hepsini hatırlamak isterdim.Bazı insanlar, yaratanın en iyi eseri olan insanların belli bir alın yazısıyla dünyaya gönderildiğine inanırlar. 'Ne yazıldıysa o olur!' denir.Bu insan iradesini hiçe saymaktan başka bir şey değildir.Tanrı neden diğer insanlara kötülük yapacak bir insan dünyaya göndersin ki? Neden bu kötülüğü insanoğluna yapsın?Merak ediyorum da,alın yazısına inanan insanlar acaba çocuklarının alnında yazan yazıyı görselerdi,ne yaparlardı?Bir bebek,masmavi gözler,bembeyaz masumane bir ten ve tombul yanaklarının eşliğinde alnında kocaman bir 'Katil' yazısı.Komik olmayın!Herkes tercihlerinin sonuçlarını yaşar.İraden ne kadar kuvvetliyse,hayatın o denli muntazımdır..Kolay para kazanmak için silah kaçakçılığı yapabilirsin yahut uyuşturucu ticareti de iyi para getirebilir.Ama kimsenin zarar görmesine vesile olmayacağın bir işe de sahip olabilirsin.Evet,bu sana az para kazandırır ama 'iraden'le gurur duyarsın.Tercih senin... İşte bütün mesele bu!
Konumuza dönecek olursak,O,yani yirmi sene önce bugün 'Alın yazısı iyi olur inşallah' diye dua edilen ben,büyüdüm.Ama hala çocukluk oyuncaklarımı çöpe atmayı göze alamam.

Misal,şu arabayı...!



Çocukluğumda uzun bir dönem sadece iki oyuncağım vardı!İlki o pembe tekerlekli araba,diğeride çaydanlık.Arabayı anlıyorum ama halen o çaydanlıkla nasıl bir oyun oynadığımı aklım almıyor.İşin daha garibi ise ailemde bilmiyor. Annem: 'Evde tek çaydanlık vardı.O da senin esaretin altındaydı.Bazı sabahlar çaydanlığı vermediğin için babanın işe çay içmeden gittiğini bilirim.' der.Onu bilmem ama halimden çok memnun olduğum su getirmez bir gerçek.Bu saflık,bu azla yetinip mutlu olma duygusu,şu gülüş,ne zaman gidiyorlar hayatımızdan.Şu fotoğrafa her baktığımda, 'Keşke' derim içimden,zaman oracıkta donup kalsaydı.Tek isteğim bir çaydanlık olsaydı.Hülasa dostlarım,mutluluk ne çok kazandığın para da ne de görkemli yaşamda.
Mutluluk,detayda gizlidir.
Bazen detay bir oyuncak araba,
bazen ise bir çaydanlıktır...





Sol altta yazan tarihe dikkat edin! 22.08.1998!Bu beraber büyüdüğümüz amca çocuklarının bizim evdeki sünnet töreninden bir kare.En soldaki ben,en sağdaki ağabeyim ve ortadaki iki kişi ise amca çocukları.Tarihe dikkat edin çünkü bu tarihten çok kısa bir zaman sonra ailecek İstanbul'a taşınacağız ve  amca çocuklarıyla birliktelik bir daha hiç kurulamayacaktı.Hayatın rüzgarında savrula savrula,yara bere içinde büyüyecek ve hayat bizi uzun zaman yanyana getirmeyecekti.
Büyüdük.Hatta ağabeyim en sağdan ikinci amcaoğlu nişanlandılar bile.
Bahtınız açık olsun gençler... 


Ama en sevdiğim fotoğrafımı ise sona sakladım.
Hani,bir zaman Nazım Hikmet ressam Abidin Dino'ya
'Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?' diye sormuştu.
Abidin ise şöyle söylemişti:
'Hayır,ancak adını yazabilirim..'


Ah,Abidin!
Keşke görseydin bu fotoğrafı!

Saf mutluluğun resmi.
Ağabeyim ve ben.... 

Sene:1997




Çocukça yaşayıp,çocuk saflığıyla seven,yaşayan ve gülen herkese selam olsun...
Bir zaman gerçekten mutluymuşuz...






23 Mayıs 2015 Cumartesi

Güzel Kafa...




Yaşadıklarını yahut yaşamak istediklerini sık sık yazan birisinin iki haftadan daha uzun bir zaman yazmaya ara vermesi demek,ya yazacak bir tek kelimesi yok(Ki buna 'yazar tıkanması' denir.) ya da yazmak istedikleri için gerekli zamanı yaratamamış demektir.Doğrusunu söylemek gerekirse,her iki neden de yazmama engel değildi.Sadece biraz kendimi sözcüklerden uzaklaştırmak istedim.Tıpkı kendimi insanlardan uzaklaştırmak istediğim gibi.Bu iki buhranlı istediğin aynı anda beni ele geçirmesinin en büyük nedeni insanların da sözcüklerinde beni tatmin etmiyor olmayışlarıydı.Bir insanın diğer tüm insanlardan kaçıp kendi kabuğuna çekilme isteği,üst komşumuzu bile tanımadığımız yahut tanımadığımız birisine'günaydın'demeyi bile  esirgediğimiz bu boktan dönemde hiçte yadırganılmaması gereken bir hadise.Bir belgeselde şöyle diyordu:
'' Maymunların bazıları gruptan durduk yere ayrılır ve bir süre tek başına kalmayı yeğlerler.Bilim insanları maymunların böyle davranmasının birkaç nedeni olabileceğini söylüyor:Kendini farklı hissetmek,sevgisizlik,monotonluktan sıkılma gibi...'' Kendinizi maymunlara ruhsal yönden hiç bezettiğiniz oldu mu?Ahh,ben mi?İnsan sıfatında bir maymun olabileceğimden şüphelendiğim çok oldu.Kendini tecrit eden maymun gibi bende yaklaşık iki hafta boyunca herkesten tecrit ederek eve kapandım..Ne şans ki,ailemde o sıralarda Ankara'da kalacaklardı.Bende kendimle başbaşa kalma fırsatı yakaladım. 'İnsanlar sosyal hayvanlardır...' demişti bir düşünür. 'Ne saçma bir saptama..' diye düşünürdüm.Doğruluğunu ise yalnızlığın beni terbiye etmesiyle anladım.Evinizde canlı bir şeye ait tek bir sesin bile olmaması bir zaman sonra canınızı yakmaya başlar.Böyle zamanlarda kalabalıklara karışma isteği ayyuka çıkar ve kalabalıklara doğru koşmak istersiniz.Böyle zamanlarda Orhan Veli'yi daha iyi anlarsınız.Ne derdi üstat: 

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana ;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler...

Benden size tavsiye,şiirleri yaşayarak öğrenmeyin.Çok canınız yanar.
Diğer bir tavsiye,yalnız kalmaktan korkmayın.Hatta ara sıra kendinizle başbaşa kalın.İnsanların psikologlara,terapilere gitmelerini anlamıyorum.Bence en büyük terabi insanın kendisiyle konuşmasıdır.Çünkü sadece kendinize yalan söylemezsiniz..Çünkü sadece kendinizi önyargılı dinlemezsiniz.Çünkü kendi sırrınızı kendize söylemenizin bir sakıncası yoktur.Çünkü sorunlarınızın çözümünü kendiniz bulursanız,bilirsiniz ki bu en iyisidir.Kendi kendine konuşana deli derler ülkemizde,boş laf!Kendi kendine konuşana yalnız demeliler,kendine yeten,kimseye ihtiyacı olmayan demeliler.Bakmayın siz onlara...

Çok sevgili dostlar,yazılacak çok şey var.Ama benim bunun için şuanlık vaktim yok.
Başka bir zamanda görüşelim...



4 Mayıs 2015 Pazartesi

Olur Öyle...!






Evimizde uzun zamandır görülmemiş bir telaş hakim desem çokta yanlış olmaz.Ağabeyim,evleniyor.Evliliğin ilk adımı olan kız isteme merasimi dokuz mayısta Ankara'da kısmetse gerçekleşecek.Bu iç acıtıcı merasime gitmemekle son derece iyi bir karar verdiğimi düşünüyorum.Henüz yirmi altı yaşında olmasına rağmen evliliğe can atan,kaybedilen tek bir dakikayı aleyhinde sayıp strese giren ağabeyimi anlamak zor!Son yolculuğuna uğurlarken (Düğünden bahsediyorum) yanında olup,kardeşlik görevimi yapacağım:Son kez onu bu kararından döndürmeye çalışacağım.Değiştiremezsem -ki böyle olacak gibi- helalleşip veda edeceğim.Hayır,ben evliliğe karşı değilim!Ben evliliğin çok genç yaşta yapılmasına karşıyım.Geri gelmeyecek bir ilkbahar kadar güzel yirmi ve otuz beşli yaşlar,cinsiyet fark etmeksizin tüm insanların uçlarda yaşaması gerek yagena dönemlerdir.Sevişebildiği kadar sevişmeli insan,gezebildiği kadar gezmeli,büyük bir kavgaya karışmalı ve yeniden doğmalı yediği dayakla!Sevmeli ama bağlanmadan.Bir sürü kadına aşık olmalı ve herbirinden bir iz kalmalı kalbinde,şiirler yazmalı,yalnızlığına içmeli gecenin siyah örtüsünün altında,aklınan gelen her şeyi yapmalı insan.Çünkü özgürlüğün seni sen yapan kavramdır.Belli bir yaşa gelindiğinde -ki bence her iki cinstede bu yaş otuz yahut otuz beşdir- özgürlüğünden feragat edip,muntazam bir hayatın içine girmeli.Evliliğe karşı değilim dostlar,benim karşı olduğum genç yaşta yapılan evlilikler.Yoksa evliliğinde bir başka  tadı vardır.Evli olmayanlarda çevresindeki çiftleri gözlemleyerek rahatlıkla bu tadı hissedebilir.Mutlu bir ailede işler iyi gidiyorsa,evin erkeği karısını sever,onun üstüne toz kondurmaz,onu gözünün bebeği gibi sakınır,ondan bir an bile ayrı kalmak istemez.Bu aile mutlu bir ailedir işte.!Hatta bu ailenin acılı zamanları olsa bile mutludurlar,zaten acılı olmayan insan yoktur ki.Sevdiğin,ama taparcasına sevdiğin bir kadınla evlenirsen,yaşanan ilk yılların tadına doyum olmaz.Bu hep böyledir.Hatta,ilk yıllarda karı koca arasındaki kavgaların bile bir başka tadı olur ve kolayca tatlıya bağlanır.Hele bazı kadınlar vardır ki kocalarını ne kadar çok severlerse sevsinler yine de kavga çıkarmaya bayılırlar.Eskiden böyle birini tanıyordum.Kocasına şöyle söylerdi: 'Seni sevdiğim için eziyet ediyorum,sakın aklına başka bir şey gelmesin,sevildiğini bil..'Aşkın insana böyle şeyler yaptırdığını,insanın sevdiği kişiyi üzmekten hoşlandığını ilk o  zaman anladım.Bunlar en çok kadınlar arasından çıkar.Hem yaparlar,hem de içlerinden 'Bu kadarcık eziyete katlansın canım,sonra onu öyle sevip okşayacağım ki!' derler.Bunun verdiği mutluluk ve zevkle,genç karı koca kendilerini sanki yeni tanışmış,yeni evlenmiş,yeni sevişmeye başlamış gibi hissederler.Bir şey var ki bu en önemlisidir:Evlilikte saygı ve sevgi birçok şeyin temelidir.Ortada aşk varsa ve eşler birbirlerini severek evlenmişlerse,bu sevgi neden sönsün ki?Evliliğin ilk zamanlarındaki çoşkusu geçebilir fakat bunun yerini sağlam bir sevgi alır.Karı koca birbirleriyle anlaşır ve sorunların üstesinden beraberce gelirler.Bir de çocukları olursa,ne kadar zor durumda olsalar da mutlulukları tükenmez.Yeter ki sevgileri,kendilerine güvenleri eksilmesin.Çalışmak,çocukları için özveride bulunmak da ayrı bir zevk verir onlara.İleride onlar da bu yaptıklarına sevineceklerdir.Demek ki,gelecek için bir sevgi yumağı oluşturuyorsun.Çocuklar büyüdükçe onlar için bir dayanak,bir örnek olduğunu anlayacaksın.Sen ölünce de onlara verdiğin duygularını,düşüncelerini taşıyacaklarını bilirsin;seni örnek alırlar,sana benzerler.İnan ki çocuk yapmak kutsal bir görevdir.Bunu yapmadan da söylediğime göre düşünün artık.!Bir kez düşün,şöyle küçücük,pembe bir bebek,karının memesine yapışmış,durmaksızın emiyor.Hangi erkek kucağında çocuğunu tutan karısına karşı bir kötülük düşünebilir?Annesinin memesini emerken elleriyle sıkıştırır,oynar.Babası yanına gelince annesinin memesini bırakır,kendini atar,babasına bakıp gülmeye başlar.Sanki gülecek bir şey varmış gibi.!Daha sonra memeye uzanır.Hele dişleri çıkmaya başlayınca,emerken annesinin memesini ısırıverir.Karı,koca ve çocuk tam bir mutluluk tablosudur.Bu mutluluk için neler verilmez ki...

Ben evliliğe karşı değilim dostlar,sadece genç yaşta evlenmek mantıksız geliyor.

Diyebilirsiniz ki:
'Peki,ya bu yazında anlattığın taparcasına sevebileceğin kadınla genç yaşta tanışırsan ne yaparsın?Hemen yuva kurup,çocuğunu emzirirken izlemek istemez misin?'

O zaman bende derim ki size:

'Çok ileri gidiyorsunuz ama..:)'

Görüşmek üzere dostlar...:D